Düzenin öğütücü çarkları - Av. Selin Bakan
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Düzenin öğütücü çarkları - Av. Selin Bakan

18.04.2025 04:01
Güncellenme: 18.04.2025 04:01
Takip Et:

19 Mart 2025, Türkiye demokrasi tarihine derin bir kırılma olarak kaydedildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik başlatılan ve hukuki dayanaklardan yoksun bir operasyon ve tutuklama ile sonuçlanan süreç, yalnızca siyasete değil, toplumsal vicdana da ciddi bir müdahale anlamı taşıyor.

Bu süreçte bir diğer sarsıcı gelişme, barışçıl protesto hakkını kullanan üniversite öğrencilerine yöneltilen ağır ve orantısız müdahaleydi. Anayasanın 34. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi, herkesin barışçıl gösteri ve protesto hakkını güvence altına alır. Ancak bu temel hak, gözaltılarla, tutuklamalarla ve cezalandırmalarla karşılandı. Sınavlara giremeyen, eğitimden uzaklaştırılan öğrencilerle birlikte toplumun vicdanı da karartıldı.

Giderek genişleyen bu baskı iklimi, Türkiye’yi devasa bir hapishaneye dönüştürmüş durumda. Bu ceza kolonisinde kimileri dört duvar arasında mahkûmlar, kimileri ise dışarıda ama benzer bir tazyik altında yaşıyor. Cezaevinde olmayanların kendini özgür sanması büyük bir yanılgı. Çünkü düşünmeyen, ilgilenmeyen, sessiz kalan bile bu düzenin öğütücü çarklarının hedefinde. Sessiz kaldıkça, çarklar daha da hızlanıyor.

ADALET SARSILIRSA…

Franz Kafka’nın “Ceza Kolonisi” adlı eserinde olduğu gibi, suçun ne olduğu bile tanımsızlaşırken cezanın uygulanışı hayatın her alanına sinmiş durumda. Artık yalnızca ne yaptığımız değil, kim olduğumuz, ne düşündüğümüz, neyi eleştirdiğimiz ya da kimi desteklediğimiz bile cezalandırma sebebine dönüşebiliyor. Tıpkı Kafka’nın hikâyesinde olduğu gibi, burada da “makine” çalışmaya devam ediyor: Görünmez, acımasız ve durdurulamaz şekilde…

Ve bu makineye karşı direnenler azaldıkça, sistem daha da cesaretleniyor. Kimi insanlar siyasetten çekiliyor, başka alanlara yöneliyor, kimisi “kıyı kasabasında huzur bulma” sanrısıyla gündemden uzaklaşmaya çalışıyor. Ama baskının büyüklüğü artık kimseye kaçacak alan bırakmıyor.

Bir ülkede adalet sarsıldığında yalnızca mahkeme salonları değil okullar, hastaneler, üniversiteler ve evler de sessizce çöker. Çünkü hak ve hukuk sadece yasal normlar değil, bir toplumun ruhsal dengesidir, ortak vicdanıdır, birlikte yaşama sözüdür. Yargının siyasallaştığı, kararların talimatla verildiği bir düzende; yatırımcı güvende hissetmez, girişimci risk alamaz, gençler gelecek kuramaz. Çünkü hukukun üstünlüğü yoksa keyfiyet vardır. Keyfiyetin olduğu yerde ise korku, sessizlik ve çaresizlik büyür.

Bu noktada özellikle öğrencilerin maruz kaldığı muamele, sadece bireysel hak ihlali değil, toplumsal gelişim ve kalkınma için en kritik yatırım olan eğitim hakkının engellenmesidir. Gençlerin sınavlara girememesi, üniversitelerden uzaklaştırılması, yalnızca onları değil, toplumun geleceğini de cezalandırmak anlamına gelir.

ÖZGÜRLÜK YOKSA UMUT YOK

Ekrem İmamoğlu’na yönelik süreç, bireysel bir siyasetçinin ötesinde, bağımsızlığı zedelenmiş bir yargı düzeninin fotoğrafıdır. Ancak daha da sarsıcı olan, bu düzenin en savunmasız kesimlerinden biri olan üniversite öğrencilerine yöneltilmesidir. Barışçıl protestolara katıldıkları için gözaltına alınan, tutuklanan, akademik takvimden dışlanan bu çocuklar; toplumun yalnızca bugünü değil, geleceğidir. Bu muamele, toplumsal vicdanı derinden yaralamaktadır. Bu çocukların anayasal haklarını kullandıkları için böylesi bir baskıya maruz kalmaları, hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Gençlerini cezalandıran bir toplum, kendi geleceğini sabote eder.

Adalet, sadece mahkeme salonlarının konusu değildir. O, bireyin devlete olan güvenini, toplumun birbirine duyduğu saygıyı ve ekonominin istikrarını belirler. Yargının bağımsız olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altında bulunmadığı bir düzende refah kalıcı olamaz. Barışçıl protestoya katılan bir üniversite öğrencisinin özgürlüğü, sadece onun bireysel yaşam alanı değil, aynı zamanda toplumun demokrasiye inanıp inanmadığının da ölçüsüdür. Adaletin olmadığı yerde eğitim, üretim, özgürlük ve umut da kalmaz.

Bu ülkenin geleceği; özgür düşünen gençlerin, tarafsız yargıçların, cesur gazetecilerin ve vicdan sahibi yurttaşların ellerinde yükselecek. Adaletin terazisi yeniden doğru tartmadıkça hiçbir ekonomik plan, hiçbir büyüme hedefi, hiçbir reform gerçek anlamda başarıya ulaşamaz. Bugün yaşananlar sadece bir siyasetçiye ya da bir öğrenciye yapılan değil, tüm topluma yöneltilmiş bir sınavdır. Bu sınavda tarafsız kalmak, adaletsizliğe ortak olmaktır. Adaletin yanında durmak, insanlığın yanında durmaktır.