Suriyeli kadınların çilesi
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Suriyeli kadınların çilesi

09.03.2016 08:38
Güncellenme:
Takip Et:

Biri overlokçu, biri su satıyor, biri kâğıt topluyor, biri dileniyor. Canlarını kurtaran Suriyeli kadınları Türkiye’de ayrı bir savaş bekliyor: Sömürü ve cinsel taciz.

Savaş, insanları yalnızca evlerinden, topraklarından koparmıyor, umutla çıktıkları yollarda da sürüyor. Resmi rakamlara göre 2 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacının bulunduğu Türkiye’de, Ege sahilleri ölüm kokarken karada ‘modern kölelik’ hüküm sürüyor. Özellikle kadınlar cinsel şiddete maruz kalıyor, emekleri sömürülüyor, dilendikleri masalardan itilip çöplerde ve parklarda yaşıyor. Ve devletler onların hayatları üzerinden pazarlık yapıyor.
Öğle molasında Okmeydanı’nda çalıştığı tekstil atölyesinin kapısında buluşuyorum 20 yaşındaki Suriyeli M’yle. Oturduğumuz esnaf lokantasında cep telefonundan savaştan önceki hayatının fotoğraflarını gösteriyor.

Kestim siyah saçlarımı
“Şu an hayallerim overlok makinesinin ötesinde değil. Sabah 08.30’da makinenin başına geçiyorum, akşam mesaiye kalmadıysam 21.00 gibi çıkıyorum. Evde annem, benden üç büyük ablam ve iki küçük kardeşim var. Pek konuşmayız. Konuşacaklarımız, bombaların yerle bir ettiği evimizin enkazında, iki yıldır haber alamadığımız babamızda kaldı. İki yıldır buradayız, birkaç Suriyeli dışında pek tanıdığımız yok. Yanlış anlama ama buranın insanları Suriyelileri sevmedi.”
Emeğinin sömürülmesi dışında cinsel tacizden yakınıyor. “Çalıştığım bir tekstil atölyesinde öğle molasına birkaç dakika kala patron geldi. Overlok makinesinin üzerine bir yığın parça bırakıp ‘Bunları yaptıktan sonra öğle yemeğini yersin’ dedi. Çalışırken baktım bir sandalye çekip yanıma oturdu, bir elini bacağımın üzerine koyup diğer eliyle de öpmeye çalıştı. İttim ama kurtulamadım. Saçlarımdan tutup çekmeye başladı. O an başımın yerinden koptuğunu hissettim, bağırmaya başladım. Saçlarım hâlâ o pis ellerindeydi. O kadar uzamış simsiyah saçlarımı kestim sonra. Ve bir daha hiç gitmedim o işyerine. Şimdi bana soruyorsun ya, ‘Ne hayal ediyorsun’ diye. Kendi ülkemde, evimde, yarım kalan eğitimini bitirmiş bir öğretmen olarak uyuyup sabah okula gitmek için uyanmayı hayal ediyorum.”

‘Bir yaratıkmışım gibi’
Tarlabaşı’nın bir çıkmazında oturan Nazlı’yla buluşmaya gittiğimde, kapının önünde annesi ve kız kardeşi Feride karşılıyor beni. Odayı gösteren camdan 17 yaşındaki Nazlı’nın ikindi namazını kıldığını görüp bekliyoruz. İçerdeki rutubet Nazlı’dan daha önce selamlıyor bizi, nemli halılara bağdaş kurup konuşuyoruz, Feride öksürük kriziyle ıslanan gözlerini sildikten sonra.
“Çöplerin içine girip bir şeyler aramak, dilenmek kadar kötü kokmuyor. İnsanların masalarına gidip dilendiğimde, onların duyduğu rahatsızlıktan daha fazlasını hissediyorum. Bakışlar kendimi insan değil korkunç bir yaratıkmışım gibi hissettiriyor. Bunu bazen o kadar yoğun hissediyorum ki dayanamayıp eve gidip ağlıyorum. Sonra yine dönmek zorunda kalıyorum. Çünkü bu bodrum katındaki tek odalı ev, kendimizi güvende hissettiğimiz tek yer.”
Aylık kiraları olan 400 TL’yi ödeyebilmek için o, ablası, erkek kardeşleri gece 23.00’den 3.00’a kadar sokaklarda, restoran ve kafelerin çöplerinde, kâğıt, şişe, karton topluyorlar. Bunları da herkesten daha ucuza 20 liraya satabiliyorlar.
Öksürük krizinin başlamasıyla mutfağa dönüştürdükleri kısma geçen Feride’nin ardından, 17 yaşındaki Nazlı da; “Bu mecbur olmanın ötesinde bir şey. Pazar günleri mahalle pazarına gidip artıkların içindeki bozuk sebze ve meyveleri alıp eve getirmek, bana el uzatıp aldığım 1 liradan daha ağır gelmiyor. Çünkü bazen masalarına dilenmek için gittiğimiz alkollü erkeklerin bize bakıp güldükleri, hatta anlamadığımız bir şeyler söyleyip kahkaha attıkları bile oluyor” diyor.
Kızlarının her konuşmasında gözyaşlarını saklamak için kafasını çevirip eliyle yüzünü silen 42 yaşındaki anneleri Adile, “İnciniyorum’ diyor. ‘Çocuklarımın ölümden kurtulup yaşamak için verdikleri bu mücadele karşısında inciniyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Gittim bir hanın inşaatında kaba temizlik yaptım. İki hafta çalıştım, boyun ağrısından hastaneye gittim. Boyun fıtığı çıktı. Çalıştığım hana gidip bunu söylediğimde elime 50 lira sıkıştırıp, ‘işi de yarım bıraktın ama neyse’ deyip beni gönderdiler. Kobanê’de savaş çıkmadan önce üç evimiz vardı. Yine de şükrediyorum; ölümden kurtulduk, yan yanayız bu tek odalı bodrum katında.”

‘Bir saatliğine 200 lira..’
Tarlabaşı’nın yıkık binalarını ve o binalarda yaşanan acımasız hayatları örten, mutlu ailelerin resmedildiği bir afişin önünde buluştuk S’yle. Kir ve leke izleriyle dolu büyük bir çarşafla iki odaya böldükleri, tuvalet ve mutfağın iç içe olduğu karanlık bir yerde yaşıyorlardı. Konuşurken kelimeler boğazında düğümleniyordu. “Eşim, amcam, eniştem olan kuzenim IŞİD’in saldırısında öldü. Yasımızı tutamadan apar topar Türkiye sınırına kaçtık, Suruç’taki kampa geçtik. Bir yıla yakın kaldığımız kamp tam kâbustu. Her gün çadır sayısı arttı, temel ihtiyaçlar karşılanamıyordu. Onlarca insan için yalnızca iki tuvalet vardı, banyo sırası bazen haftaları buluyordu.”
“Engelli 14 yaşındaki kızımı dişetleri ve el tırnakları morarmaya başlayınca Urfa’daki hastanelere götürdüm. Hastanelerin durumu kamptan da kötüydü. Kızımın durumu ağırlaşınca, daha önce kamptan eşiyle ayrılıp İstanbul’a yerleşen ağabeyimle konuştuk. Kampta gönüllü bir çalışanın bize aldığı biletlerle İstanbul’a geldik. Ağabeyim bir inşaatta çalışıyordu. Iraklı bir başka işçi sakatlanınca, patronları çalıştırdığı kaç yabancı varsa, maaşlarının yarısını verip işten çıkardı. Biz de yengemle Taksim çevresinde su satıyoruz. Zabıtalardan kaçtığımız yetmiyor, haraç isteyen çetelere, erkeklerin iğrenç tekliflerine de maruz kalıyoruz.”
“Su satmaya başladığım ilk günlerde bir adam geldi, sulardan bir tane alıp 5 lira verdi. Türkçe, ne olduğunu bilmediğim bir şeyler söyledi, cebindeki paraları gösterip başıyla işaretler yaptı. O zaman anladım. Önümdeki suları alıp hemen uzaklaştım ama adam etrafımda dolanıp durdu. Daha sonra başka adamlar da benzerini yaptı. Bir gün su satmak için Gezi Parkı’nda oturuyordum. Bir adam karşıma oturdu, Kürtçe, ‘Bir saatliğine 200 lira veririm ha, ne dersin, otele gidelim mi?’ dedi. O an çocuklarımın yanında utancımdan ölmek istedim.”
S’yle görüşmemizden bir ay sonra kiralarını ödeyemedikleri için ev sahipleri tarafından eşyalarıyla sokağa atıldılar. Eşyalarını bırakıp Cinsel Şiddete Karşı Kadın Derneği’nin satın aldığı biletlerle Urfa’daki kampa gitmek üzere yola çıktılar sonra.

‘Ne yaptık bilmiyorum’
28 yaşındaki Y’yle gece yarısı Taksim’de tanışıp ertesi gün Tarlabaşı’ndaki evinde buluşmak üzere sözleştik. Yıkılmaya yüz tutmuş beş katlı binanın son katında 14 nüfuslu dört ailenin ikâmet ettiği üç salonda gözlerim, yerdeki 3-4 yaşlarında bebeğin yüzündeki sineklere takıldı. Camın önündeki eski çekyatta elinde tespihiyle oturan Y’nin 56 yaşındaki mor tülbentli annesi Kehriman Hanım’a Arapça selam verdim. Elindeki tespih taşlarını parmakları arasında dolaştırarak yüzüme bakmadan, “Ne yaptık bilmiyorum Yarabbim, bilmiyorum” diye Arapça ağıtlar yakıyordu. Evdeki herkes üç plastik tepsiye doldurdukları bulgur pilavının ve sapsız büyük bir tavaya doğranmış domateslerin olduğu yer sofrasına oturdu. Yemekten sonra küçük çocuklar da dahil herkes kimi dilenmeye, kimi çöplerde karton, kâğıt toplamaya, kimi de peçete satmaya, evden çıktı.
Rutubetin duvarlara çizdiği ürkütücü görüntülere bakarken, Kehriman Hanım kırgın bir sesle başındaki bitleri gösterip “Kampta bulaştı bu illet. Çocukların saçlarını kestim ama kafaları hâlâ bit yuvası. İki yıldır Türkiye’deyiz. Kocam, birçok yakınım, bombaların vurduğu evimizin altında kaldı. Canını kurtaran herkes gibi biz de kaçıp Hatay sınır kapısından geçtik. Kamptaki altı ay, sanki geldiğimiz ilk gün gibiydi. Ölüm haberleri, ağıtlar, yükselen çığlıklar, savaşı aratmıyordu.”

Çünkü çocuğum açtı
Yanlatıyordu: “İki kaynım, babam ve annemle kamp dışında hayat kurma ümidiyle geldiğimiz İstanbul’da, birkaç gün kamptan tanıdığımız bir Suriyeli ailenin yanında kaldık. Sonra Aksaray’da, aylığı 300 lira olan bir yer tuttuk; daha önce bir kundura atölyesiymiş. Sonra her iki kaynım bizi yüzüstü bırakıp kaçak Avrupa yoluna düştü. Ev sahibi kirayı ödeyemediğimiz için bizi evden attı. Biz de Kumkapı’daki boşalan bir barakaya geçtik.”
“Babam iş ararken, ben de dilenmeye başladım. Ne yapayım? Bazen 5 kuruşsuz, bazen de 5 lirayla dönüyordum. Bakkala gidip az Türkçemle veresiye bir şeyler almak zorunda kalıyordum. Adam, ‘Başka şeylere de ihtiyacın varsa al, sonra ödersin’ diyerek sürekli benimle konuşmak için bekletiyordu. Hem rahatsız oluyordum hem de korkuyordum. Gittiğimde ellerimi tutup bırakmıyordu. Oturduğu kasanın sandalyesinden kalkıp yanıma geliyordu, elini omzuma koyuyordu ya da elini cinsel organının üzerine koyarak benimle konuşuyordu. Az Türkçemle sürekli teşekkür edip parasını ödeyeceğime yemin ediyordum. Çünkü babamın iş bulacağını umuyordum. Babam inşaata çalışmaya gitti ama yaşlı olduğunu söyleyip geri gönderdiler hep. Karanlığın çökmesiyle ayaklarım beni o bakkala sürüklüyordu. O adam bana o “şeyi” yapması karşılığında kollarımın arasına üç somun ekmek, bir kutu şeker, bir makarna sıkıştırdı. Atmak istedim ama çocuklarım açtı. Bu iğrenç olay birkaç kez tekrar etti ne yazık ki...”  

Nurcan Keskin

Yazarın Son Yazıları

Çağdaşlık yolunda bir ömür - Hüseyin Karataş

Çağdaşlık eksikliğine ve dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Prof. Dr. Türkan Saylan...

Devamını Oku
13.12.2025
Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025