Bizden ve insanlık tarihinden bunun sayısız örneğini biliyoruz. Sokrates, Galileo, Bruno akla ilk gelen örneklerdendir. Bunlar akıllarıyla, görüşleriyle, buluşlarıyla insanlığın düşünce serüveninde çığır açmış kimselerdir. Sokrates ve Giordano Bruno “aykırı” görüşlerini yaşamlarıyla öderken, Galileo bu “ceza”dan kıl payı kurtuldu.
Bizim 19. ve 20. yüzyıllarımız, “akıllı” olmayı canlarını vererek ya da hapislerde, sürgünlerde ömür tüketerek ödeyenlerin örnekleriyle dolup taşar.
***
19. yy. Rus yazarı Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un “Akıldan Bela” adlı ünlü oyununun dilimizde yeni bir çevirisi yayımlandı (İkaros Yayınları).
Yazımın girişinde akıllı olmanın getireceği olumsuzlukları sıralarken kötülük, bela, sıkıntı, keder, acı sözcüklerini birbiri ardına sırlayışım boşuna değil. Çünkü Rusça özgün netindeki “gore” sözcüğü bütün bu anlamları, daha da fazlasını içeriyor... Nitekim az önce göz attığım Rusça-Türkçe sözlükte, benim saydıklarım dışında, ıstırap, gam, tasa, üzüntü sözcükleri de yer alıyor. Dilimizdeki bu sözcüklerin Rusça’da “gore” dışında çok sayıda başka karşılıkları da var.
Belki de bütün dillerde bu kavramları karşılayan sözcükler; sevinç, mutluluk gibi kavramları karşılayanlardan çok daha fazla olmalı diye düşünmekten kendimi alamıyorum...
***
Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un kendisi de akıllı olmayı canıyla ödemiş seçkin bir 19. yy. Rus aydını. Diplomat. Sayısız dil biliyor. Tahran’da Rusya büyük elçisiyken isyancılar onu katlettiğinde 34 yaşındadır. Fakat canını orada yitirmese, kendi ülkesinde I. Nikola’nın despotik yönetimi sırasında ömrü ya Sibirya sürgününde sona erer ya da Puşkin gibi bir komploya kurban giderdi.
Trajik ölümüyle ilgili olarak, kuşaktaşı Puşkin’in “Erzurum Yolculuğu”nda etkileyici bir bölüm vardır.
“İki öküz koşulubir kağnı, sarp yolda yokuş yukarı ilerliyordu. Birkaç Gürcü vardı arabanın çevresinde.
“Nereden geliyorsunuz?” diye sordum.
“Tahran’dan dediler.
“Ne götürüyorsunuz?
“Griboyedov’u.”
İran’da öldürülen Griboyedov’un Tiflis’e götürülen cesediydi bu.”
Yazının devamında Puşkin’in, kuşakdaşı ve arkadaşı Griboyedov’a ilişkin duygulu, düşündürücü satırları yer alıyor. “Akıldan Bela” yı ve “Erzurum Yolculuğu”ndan Griboyedov bölümünü birlikte okumak tamamlayıcı olur...
***
Bana Shakespeare’inkini anımsatan özlü ve akıcı bir manzum dille yazılmış “Akıldan Bela”nın konusu kısaca şöyle: Ülkesinden sıkılarak birkaç yıl yaşamını ülke dışında geçiren genç Çatski, dönüşünde Rusya’da her şeyi daha da kötüleşmiş bulur. Kabalık, cehalet, aptallık, dalkavukluk, çıkarcılık, ikbalperestlik, ikiyüzlülük, kitap ve aydınlanma düşmanlığı, sözüm ona “aristokrat” çevrenin başlıca özellikleri olmuştur. Daha kötüsü, çocukluk arkadaşı, sırılsıklam âşık olduğu Sofiya da bir başka ve değersiz genç adama âşıktır. Oyun boyunca Çatski’nin git gide artan umutsuzluğunu, kederini, isyanını ve çevresinde de anlayışsızlık, cehalet, kötülük çemberinin nasıl daralmakta olduğunu izleriz. Sonunda, onun eleştirileri karşısında bozguna uğrayan bu çevre, çözümü elbirliğiyle Çatski’yi deli ilan etmekte bulur. Zavallı genç adam, bu boğucu ortamdan kurtulmak için kendini yeniden Rusya’nın dışına atmaktan başka çare bulamaz...
Griboyedov’un oyunu dilimize Rusça’dan çevrilen ilk yazınsal yapıt olma özelliği taşıyor... (1883, çev. Mehmet Murat.) Bundan çok yıllar sonra, 1945’te Z. Akkoç ve Ş. S. çevirisi ile MEB Klasikleri arasında yer almış. Şimdi bir kez daha günümüz Türkçesinin özellikleri ve olanaklarıyla okur karşısında. (İkaros Yayınları, çevirenler Cenk Gündoğdu ve Engin Toprak.). Günümüz Türkiyesi koşullarında bu bahtsız ve seçkin yazarın yapıtını okumanın ve sahneye taşımanın tam zamanıdır... l
ataolb@cumhuriyet.com.tr
www.ataolbehramoglu.com.tr
Bela ve akıl
Yazarın Son Yazıları
İnsanlık iki hafta sonra yeni bir yıla giriyor.
İzlenebilecek bir film arayışında TV kanallarında gezinirken Güney Afrikalı-Avusturyalı romancı John Maxwell Coetzee’nin aynı adlı romanından sinemaya aktarılmış “Barbarları Beklerken”e rastladım.
Haftada bir kez yazmanın “trajedi”si, sizin yazmayı tasarladığınız güncel bir konunun sizden önce başka yazarlarca yazılması oluyor.
Başka ülkelerde de öyle midir bilmem ama bizde siyasal örgütler arasında bir konu tartışılırken sanki irdeleyici-çözümleyici akıldan çok duygular-suçlamalar egemen oluyor.
Türkiye’de bugün hukukla ilgili kurumların en az güven duyulan kamusal kurumlar arasında en ön sırada yer aldığını, bu kurumların giderek siyasal erkin hukuk bürolarına dönüşmekte olduğunu iddia ediyorum.
Gazetemiz Cumhuriyet ve Kadıköy Belediyesi’nce 7-9 Kasım günlerinde Kadıköy’de düzenlenen şiir günlerinde...
Esenyurt’un tutuklu belediye başkanı Prof. Dr. ve yazar sayın Ahmet Özer’in kızı ve avukatı sayın Seraf Özer’in 31.10.2025 tarihindeki Aile Dayanışma Ağı’ndaki konuşmasında söylediklerini bir ölçüde özetleyerek de olsa okurlarımla paylaşmak istedim...
Yazımın adı ne olmalı diye pazar gecesinden beri, şu sözcükleri yazmakta olduğum pazartesi öğleye kadar düşündüm.
İkinci a harfi üzerinde düzeltme (ya da inceltme, şapka vb.) işareti ile hayâ, utanma, utanç duygusu anlamına gelen bir sözcük.
Genç arkadaşım, değerli dostum ve düşündaşım profesör Okan Toygar’ın benimle yaptığı söyleşiler toplamı bir iki hafta önce bir nehir söyleşi olarak “Hayatımız Güzeldir” başlığı ve “Ataol Behramoğlu’nun Siyasal Kimliği” alt başlığı ile yayımlandı.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Yıldız Üniversitesi Şehir Planlama öğrencisi dört arkadaşın (Ayşegül Yordam, Metin Kahraman, Tuncay Akdoğan, Kemal Sahir Gürel) birlikte 1985 yılında kurdukları Grup Yorum, içinde bulunduğumuz 2025 yılında kırk yaşına basmış oluyor...
Zihnimde beliren kavramın karşılığını ve açıklamasını bulmak için internete baktığımda kara komedi de denen kara mizah kavramının en yakın açıklamasını TDK sitesinde buldum...
Kara bir rüzgârdı üstünde bir yurdun...
Utanç insana özgü bir duygu sanılır...
Türkler Türkiye’yi oluşturan etnik unsurlardan sadece biri mi; yoksa öncü-kurucu etnik grup olarak aynı zamanda ülkeye adını veren topluluk mudur?
30 Ağustos ruhu; akıl, öngörü ve cesaret demektir.
Geçen yaz okumayı tamamlayamadığım başucu kitaplarımdan biri de Roger Scruton adlı yazarın Modern Felsefenin Kısa Tarihi adlı yapıtıydı.
Sonu gelmezce üst üste yığılan sıkıntılara Aydın’daki inanılması güç olay eklendi.
Tasarladığım yazının adını “Bir dilbilgisi dersi” olarak duyurmuştum. Sonradan yukarıdaki başlığı daha uygun gördüm.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün 28 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te “Devlet yöneticilerinde ırk ve din farkı aramak” başlıklı bir yazısı yayımlandı.
Ülkemizin (bu demektir ki insanlığın) sorunlarına duyarlı bir arkadaşımdan aldığım mesajda Birleşmiş Milletler’e bağlı bazı kuruluşlarca hazırlanan raporlarda Türkiye’nin 2030 yılında su fakiri ülkeler statüsüne gireceğinin bildirildiğini öğrendim.
Yazmayı tasarladığım yazının başlığı olarak günlerdir zihnimde “vatan” sözcüğünü dolaştırıyorum.
“PKK Öcalan’ın çağrısına uymuş. Öcalan da Bahçeli’nin çağrısına uymuş görünüyor. Peki, ya Bahçeli? Ona çağrıyı yaptıran kim? Vahiy mi geldi? Rüyasında mı gördü? Yoksa... Asıl soru budur... Çocuk mu kandırıyorsunuz?”
Bu kadar kötülük tek bir kişinin ya da bir grup insanın eseri mi, yoksa daha geniş çevrelerce hazırlanan bir planın uygulanması mıdır?
“O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan... Uğrunda asılırız...
Geçen haftaki yazıma “Türkiye eskidi mi ki yenisini konuşuyoruz” sorusuyla başlamış...
Epey zamandır iktidar çevreleri bu sözü ağızlarında geveleyip duruyor: Yeni Türkiye! Türkiye eskidi mi ki yenisini konuşuyoruz?
Birinci a harfinin inceltme işaretiyle yazıldığı bu Arapça sözcük, bir hastalık sonrasında sağlık ve güç kazanıncaya kadar geçen zayıflık dönemi demekmiş.
Doğu Batı Yayınları’nın üç kitapta yayımlanan “Modern Türk Şiirinin Doğuşu” dizininin ilk kitabı üzerine yazmayı sürdürüyorum.
İlki 30.10.24’te bu sütunda yayımlanan yazı dizisinin ikincisiyle, Doğu Batı Yayınları ürünü “Modern Türk Şiiri” kitapları üzerine düşünmeyi sürdürüyorum.
Ahtapot şirin bir varlıktır.
Az sonra üzerinde duracağım bir olguyla ilgili olarak “tersinden bakmak” kavramı üzerine düşünürken aklıma bu kavramı metafor olarak en iyi anlatabilecek “dürbünün tersinden bakmak” gibi bir söz düştü. Öyle ya, işlevi uzaktaki canlı ya da cansız bir nesneyi yakınlaştırmak olan dürbünle yapılabilecek en ters şey ona (onunla) tersinden bakmaktır.
Başarısız bir saldırının analizi
Ahmet Özer’in mesajı
‘Yapay zekâ’ hakkında
Yapay zekâ
Engizisyon
Yunus Gibi
Halkımız darbeye geçit vermiyor
İnsanın yüceliği üstüne