Ayşe Emel Mesci

Vurulduk ey halkım, unutma bizi

03 Temmuz 2023 Pazartesi

Türkiye’de solun ve Aydınlanma mücadelesinin tarihine bakıldığı zaman, ağır bedellerle, kanlı kilometre taşlarıyla döşenmiş uzun, ince bir yoldur gözüken. 1968’den bu yana geçmiş 55 yılı şöyle bir düşündüğümde öne çıkan resim, kendilerini “memleket davası”na adayarak feda etmiş kuşaklar ve “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” dizesi oluyor.

Bugün gelinen ve belki de ilk korkunç işaret fişeği tam 30 yıl önce, o meşum 1993 yılının 2 Temmuz’undaki Sivas Madımak katliamıyla atılan son durakta, o dizenin son iki sözcüğü, “Unutma bizi” apayrı bir anlama bürünüyor. Çünkü “memleket davası” uğruna öne çıkanlara reva görülen zulmün “unutulabileceği”, yaşananlar karşısında “suskun”, hatta “seyirci” kalınabileceği saptamasını da içeriyor o iki sözcük ya da bugün geldiğimiz noktadan bakınca bende bu izlenimi uyandırıyorlar. 

SEYİRCİ KALMAK

Evet, biliyorum: O damar, “memleket davası” damarı nerede ve hangi koşul altında olursa olsun, doğru bildiğini inatla söylemeye, yeni sürgünler vermeye, zulme direnmeye devam ediyor, edecek. Ama toplum, “Unutma bizi” dizesinin aslında örtülü bir biçimde uyardığı “seyircilik” durumundan çıkmadıkça, korkarım o “ince, uzun yol”a yeni kilometre taşları eklenip duracak. Bunun son örneğini değerli sosyalist aydın, yazar, gazeteci, TELE1’in genel yayın yönetmeni Dr. Merdan Yanardağ ile yaşadık. Çorak medya ortamında yükselttiği güçlü, bağımsız, muhalif sesi ve analizleri nedeniyle sürekli izlediğim Yanardağ’ın hem kendisine hem de TELE1’e muhtemel bir operasyon kapsamında, haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklandığı gün, itiraf etmek gerekir ki yine, bir kez daha “seyirci” kaldık, o “Unutma bizi” sözcüklerine yine anlam kattık. Artık yeter!

ATAOL BEHRAMOĞLU’NUN ÇAĞRISI

Değerli şair, yazar Ataol Behramoğlu’nun 30 Haziran tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çıkan “Ayıptır, günahtır, zulümdür, suçtur” başlıklı yazısında söylediklerine aynen katılıyor ve ben de “Bu ayıba, günaha, zulme, suça ortak olmak istemiyorum. Çünkü suskunluk da suç ortaklığı demektir”.

Ataol’un çağrısı, daha doğrusu çığlığı o kadar hakiki, o kadar içten ve o kadar doğru ki benim sütunumda da yinelensin istedim:

“Atatürkçü generaller derhal serbest bırakılmalıdır.

‘Gezi’ tutukluları derhal serbest bırakılmalıdır.

Osman Kavala, Selahattin Demirtaş derhal serbest bırakılmalıdır.

Merdan Yanardağ yargılanacaksa tutuksuz yargılanmalıdır.

Bu ülkenin cezaevlerinde tek bir düşünce suçlusu kalmamalıdır.

Ben bu ayıba, günaha, zulme, suça ortak olmak istemiyorum.

Çünkü suskunluk da suç ortaklığı demektir.

***

Sesimi yükseltiyorum.

Tek tek herkesi, kitlesel olarak da yurtsever-demokrat sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, siyasal partileri, sadece demeçlerle değil, büyük adalet ve özgürlük mitingleriyle, ayıba, günaha, zulme, suça karşı seslerini yükseltmeye çağırıyorum. 

Halkımız kitlesel olarak sesini yükseltmek istiyor.

Silkinelim. Üzerimizdeki ölü toprağını atalım. Ayıba, günaha, zulme, suça ortak olmayalım. 

Ülkenin her yerinde, bir an önce, durmaksızın, büyük buluşmalarda seslerimizi birleştirelim.

Büyük bir özgürlük korosuna dönüştürelim.

Bu ülkenin vicdanlı, yurtsever yazarları, şairleri, sanatçıları, bütün aydınları, o koroda eksiksiz yerlerini almaya hazırdır.”

DEĞİŞİM...

“Uzun, ince yol” ancak ve ancak bu ülkenin namuslu insanları, İsmet Paşa’nın deyimiyle, “en az namussuzlar kadar cesur olmayı” göze aldığı zaman genişleyecek ve yarınları kucaklayabilecektir. Bu perspektiften düşünülmeyen hiçbir değişimin anlamı yoktur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları