Erdal Sağlam

Enflasyon ve faizde daha kötüsü gelebilir

04 Mayıs 2021 Salı

Dün açıklanan enflasyon rakamlarıyla birlikte tüketici fiyatlarındaki yıllık artış oranı yüzde 17’yi aştı. Şimdi bu rakamın en kötü rakam olup olmadığı, bundan sonra enflasyon ve faiz oranlarının ne olacağı tartışma konusu.

Baz etkisi nedeniyle, önümüzdeki birkaç ay, yıllık enflasyonun daha fazla artmayacağını bekleyenler çoğunlukta. Buna karşılık 6 Mayıs’ta toplanacak Para Politikası Kurulu toplantısında Merkez Bankası’nın, iktidarın çok istemesine rağmen faiz indirimine başlayamayacağı tahmin ediliyor. 

Merkez Bankası’nın faiz oranlarında bu yıl indirim yapması bekleniyor ama ne zaman yapılabileceği konusunda yerli ve yabancı uzmanların değişik görüşleri var. Bunun nedeni de enflasyonun bundan sonra daha fazla yukarı çıkmayacağı varsayımı. Bu çerçevede yıl sonunda enflasyon oranlarının yüzde 13-14 oranlarına ineceği tahminleri ağırlık kazanıyor. Yani enflasyonun daha fazla yükselmeyeceği ama bundan sonra çok fazla düşmeyeceği beklentisinin hâkim olduğu söylenebilir.

Şahsen hem enflasyon oranlarında hem de Merkez Bankası faiz oranlarında en kötü oranların geride kaldığını düşünmüyorum. İktidar, klasik hale gelen yanlış ekonomi yaklaşımı nedeniyle, bulduğu ilk fırsatta faiz indirimine gitmek isteyecektir. Ancak bu ay ya da haziranda reel faiz oranlarında önemli bir düşüş olmayacağı için, bu ayları pas geçse de 3-4 ay sonra faiz indirimi yapmak için her şeyi deneyecektir.

Bu yıl bir-iki kez indirim yapsa bile yeniden faiz artışına gitme ihtimali bence hiç de azımsanmayacak ölçüde yüksek. Nisan ayı fiyat gelişmeleri ve makro dengelerine baktığınızda enflasyon ve faizde en kötüsünün geri kaldığını söylemek için erken olduğunu görebilirsiniz. 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun dün açıkladığı enflasyon verilerine göre tüketicide yıllık enflasyon yüzde 17.1’e çıkarken çekirdek enflasyondaki yıllık artış yüzde 17.8 oldu. Nisan sonu itibarıyla üretici enflasyonu ise yüzde 35.2’ye kadar yükseldi. Bunun yanı sıra sepet kurdaki yıllık artış yüzde 25 olarak hesaplanıyor. 

Bu verilere, Merkez Bankası’nın da itiraf ettiği gibi, iç talepte beklenen daralmanın yaşanmadığını, kredilerdeki artışın hız kesmesine rağmen devam ettiğini eklersek, hem kurların fiyatlara etkisinin hâlâ devam ettiğini hem de iç talepte canlılık korunduğu için üretici fiyatlarındaki artışların tüketici fiyatlarına büyük ölçüde yansıyacağı ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. 

Buna, eşel-mobil sistemi kullanılarak artan petrol fiyatları ve kurlara rağmen akaryakıt fiyatlarında vergi indirimi yapılarak fiyatların artırılmadığını eklemek gerek. Gelirlerde sıkıntı yaşanacağı belli olan bir yılda bu vergi kaybına daha ne kadar tahammül edileceğini, akaryakıt fiyat artışlarının devreye girme ihtimalinin giderek yükseldiğini de göz ardı etmemek gerek. 

Bütün bu nedenlerle yıl sonu ve gelecek yıla ilişkin enflasyon beklentilerinin giderek yükseldiğini de unutmayalım. 

DIŞ ETKENLER HENÜZ FİYATLARDA YOK

Bu rakamların dışında, enflasyonun ve faizlerin düşmesini bekleyenlerin dikkate almadıkları önemli bir nokta, küresel gelişmelerden gelecek etkiler olacak. Petrol ve emtiada, tarımsal girdi fiyatlarında, taşımacılıkta ciddi fiyat artışları yaşandığını, bu artışların tümüyle iç fiyatlara yansımadığını biliyoruz. Bununla birlikte gelişmiş ülkelerde başlayan canlılık, yüksek büyüme eğilimi ve enflasyona bağlı faiz artış beklentilerinin giderek hız kazanacağı bir döneme giriyoruz. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelere kaynak akışının bu yıl duracağı beklentilerinin arttığını unutmayalım. Türkiye’nin olumsuz ayrıştığı dönemin devam ettiğini de buna ekleyerek hesap yapmak gerekiyor.

Yanı sıra Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde biriken risklerin artık realize olacağı bir döneme girdiğimiz de unutuluyor. Haziranda yapılacak NATO toplantısına, ABD ve AB ile çetin görüşmelerin yapılacağı bir döneme girdiğimizi göz ardı etmemiz lazım. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde keskin bir tercihe zorlanacağı, bunun hem dış politikada hem ekonomide hem de iç politikada önemli yansımalarının yaşanacağı bir döneme giriyoruz. 

ABD ile yapılacak müzakerelerde artık Halkbank davasının pazarlık konusu olmadığını, buradan gelebilecek cezaların ve davalar sırasında ortaya dökülecek itirafların içeride yönetimi zor duruma sokabilecek nitelikte olabileceğini akıllarda tutmak lazım.

Türkiye’nin risk primini gösteren CDS’ler 420’ler düzeyinde seyrediyor, IIF daha yeni dolar-TL kuru için adil değer öngörüsünü 7.50’den 9.50 TL’ye çıkardı. 

Dolayısıyla yurtdışındaki finans çevrelerinde Türkiye’ye ilişkin beklentilerin bu yıl içinde iyileşmesi pek mümkün gözükmüyor. İyileşmenin aksine, önümüzdeki dönemde bozulan denge ve beklentiler nedeniyle rating kuruluşlarının not indirimlerinin gelmeyeceğini kim söyleyebilir?

Kurlar düşmeden enflasyonda yükseliş trendinin kırılmasının çok zor olduğu ortada. Kurların düşmesi için Rusya ve Çin ile ilişkilerin bozulmasının getireceği sıkıntıları göze alarak Batı ile radikal sıkı bir işbirliğine girilmesi, bunun uzantısı olarak iktidarın içeride hem ittifak hem parti içindeki yol arkadaşlarını değiştirmesi şart gözüküyor. Tabii ki bununla birlikte yönetici kadrolarda rasyonel anlayış ve liyakat sistemine dönülmesi, radikal ekonomik reformların hayata geçirilmesi, belki IMF ile kaynağa bağlı yeni işbirliği gerek.

Bunları yapmadıktan sonra, Türkiye ekonomisinin mevcut iktidar anlayışıyla düzelmesini beklemek hayal olacaktır. Bunlar olmadan, “Enflasyonda da faizde de en kötüsü geride kaldı” demek pek akla yakın değil...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları