Nâzım’ın “Musikide şiir, resim, heykel, mimari ve şiirde resim musiki, heykel mimari falan filan vardır. Bunun aksini iddia etmek, bilgilerimiz arasındaki diyalektik bağı görmemek demektir” sözü beni bugünlerde bir kez daha düşündürdü. Geçen hafta Selim İleri’nin “Sona Ermek” başlıklı kitabındaki müziksel anlatımı irdelemiştim. Bu kez de resim-müzik etkileşimine değiniyorum.
20. yüzyıl başında Paris, bütün sanatların birbirinden etkilendiği bir başkent haline gelmişti. Empresyonizm, ekspresyonizm, fütürizm, noklasizm, folklorizm vb. gibi akımlar her sanat dalında etkin olmuştu.
Bizim de kendi sanat disiplininin dışına çıkan dünyaca ünlü sanatçılarımız var. Örneğin İlhan Usmanbaş (1921), Adnan Çoker (1927) gibi isimler. 1989’da Adnan Bey ile müzik-resim ilişkisi üstüne bir televizyon programı yapmıştım. Çoker’e İstanbul Festivali’ndeki Philip Glass’ın 11. Senfoni’sini dinlerken rastlamış ve bu çağdaşı üstüne fikirlerini sormuştum:
¦ Philip Glass’ın müziğini ilk kez ne zaman duydunuz?
Bir Paris seyahatim sırasında, Fnac’ta 6 Mayıs 1996’da satın aldığım “Akhnaten” adlı üç perdelik bir operasıyla tanıdım Philip Glass’ı.
¦ Onu zaman içinde takip ettiniz mi?
Hayır, sürekli takip etmedim ama sonradan metamorfozlardan oluşan “Solo Piano” gibi bazı eserlerini de aldım. 
¦ Glass’ın müziğindeki yineleme özelliği sizin anlatımınıza benzer bir tekniğe koşut mu?
Evet, tabii. Glass’ın müziğinin sakin ve rahat icrası sırasında aniden yükselen ritmin coşkusu sizi daldığınız sükûnetten birdenbire ayırıp, yeniden farklı şeyler düşünmenizi sağlıyor. Bir bakıma sizi uyandırıyor. Benim resmimde de siyah zemine dalıp gitmişken, ortaya çıkan renkli formlar bu etkiyi yaratıyor. Böyle bir benzerlik kurulabilir.
¦ Festivalde Philp Glass’a ısmarlanan yeni senfoninin ilk seslendirisini dinledik. Müzik sanatında yeni bir yapıtın ilk icrasına tanık olmak resim sanatında hangi evreye koşuttur?
Bir serginin ilk açılış günüyle bağdaşabilir. Çünkü her ikisinde de uzun bir hazırlık, bir yaratı süreci geçirilmiş, bir emek harcanmış ve sonunda bir sunum yapılmaktadır.
¦ Siz uzun yıllar dünya sanatı kadar Türk sanatında da resimmüzik komşuluğunu irdelediniz. En çok etkilendiğiniz bu tür benzerlikler ne zaman yaşandı?
Şu anda dünya sanatı hakkında konuşamam ama 60’lı yıllarda Akademi’de öğretim üyesiyken “Müzik Eşliğinde Resim” gösterileri düzenlemiştim. Öğrencilerime bu konuda bir perspektif açmak istemiştim.
¦ Bu konseri nasıl değerlendirdiniz?
Philip Glass’ın 11. Senfoni’sini Aya İrini gibi muhteşem bir yapı içinde dinlemek, bir nostalji yaşamama sebep oldu. Sanatçının daha da gelişmiş olan yaratma gücü beni çok mutlu etti.
Philip Glass ve Adnan Çoker
Yazarın Son Yazıları
Aya İrini: İKSV Festivali’nin tanığı
Geçen haftaki İDSO/DenizBank konserleri çerçevesindeki konseri değerli şefimiz Gürer Aykal yönetti.
Uzun yıllar önce maestro Gürer Aykal ile yaptığım bir söyleşide şöyle anlatıyordu...
Geçen hafta Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın İşSanat’taki açılış konserini dinledik.
Erdal İnönü geçen hafta ölümünün 18. yıldönümünde mezarı başında anıldı.
Bizim çocukluğumuzda Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ilkokulda, ortaokulda yapılan törenlerle, marşlarla, okunan şiirlerle dolu dolu geçerdi.
İngiliz orkestra şefi ve viyolacı Howard Griffiths ile dostluğumuz yıllar öncesine dayanır.
Eskiden orkestraların mevsime başlarken ilk konserleri için “Daha üyeler yaz mahmurluğunu üstlerinden atamamış” diye eleştiriler çıkardı.
Yaz yavaş yavaş bitiyor.
Türk Dil Kurumu ödülüm
Leylâ Pamir (1930-2023) çok değerli bir müzik insanıydı.
Geçen hafta Atatürk Kültür Merkezi’nde 6-12 Eylül tarihlerinde yapılan “Pekinel Uluslararası Masterclass”ın AKM Tiyatro Salonu’ndaki kapanışını izledim.
Geçen hafta dört günlük bir Polonya turundaydım.
Cem Mansur’u uzun yıllardır tanırım. Özellikle gençlerin elinden tutması, onlara güvenmesi; orkesta programı hazırlarken bildik yapıtların yanı sıra çağdaş ya da az bilinen tarihi yapıtları izleyiciye ve orkestra üyelerine tanıtması onun en önemli başarılarındandır.
Bilmem dikkat ediyor musunuz son yıllarda ortaya çıkan “nehir söyleşisi” alt başlığı ile bir edebiyat türü var.
Kimi isimler, tarihe bir değil, iki imza atmıştır. Örneğin Bülent Tarcan!
İnsan ne zaman mutlu uyanır?
Osmanlılar 14. yüzyılda Balkanlar’a girmiş, 15. yüzyılda Konstantinopolis’i fethetmiş ve 16. yüzyılda Viyana kapılarına dayanmış, uzun süre Avrupa’nın korkulu rüyası olmuşlar.
Son zamanda yayımlanan üç kitaba değinmek istiyorum...
Bizim kuşak çok genç yaşlarındaydı İstanbul Müzik Festivali ile tanıştığında. Festivalin başlaması ilkbaharın gelmesiydi.
Çağımızın efsane piyanisti Alfred Brendel, ne harika bir çocukmuş ne de ailesinde bir başka müzisyen varmış.
Önceki hafta 53. İstanbul Müzik Festivali güzel bir coşkuyla başladı: Yöneticiler, çalanlar, dinleyiciler hepsi yıllar içinde artık kocaman bir aile olmuş.
Geçen hafta Kurban Bayramı’ydı. Dört buçuk gün kadar sürdü.
19. yüzyılın sonundaki post romantik besteci Richard Strauss (1864-1949) art arda iki opera birden besteler.
Sevgili Oya’cığım, biliyorum, birazdan arayıp: “Bu hafta beni hangi konserlere götürüyorsun” diye soracaksın.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Carlo Tenan’ın yönettiği seçkin bir programla mevsimi kapattı.
ENKA/Can Kiracı/ Opera Bale Festivali
Muhittin ve Gülseren Sadak
Aykal, Naz İrem ve Levendoğlu
Avrupa orkestralarında iki viyolacımız
Dört dörtlük bir dinleti
Suna Korat’ı hiç dinlediniz mi?
Aya İrini: Festivalin efsane tanığı
BİFO’dan unutulmayacak bir dinleti
Maria Callas ve Leyla Gencer
Zehra Yıldız Vakfı’nın yeni atılımları
İstanbul Festivali sınırların ötesinde
Usmanbaş: Sükûnetler denizi
Boğaziçi’ndeki orgumuz
Berger ve Ayla Erduran