Günlerden cumartesi sabahı, Güneydoğu gene büyük bir Nevruz bayramını kutlamaya hazırlanıyor. Günlerce önceden bölge Diyarbakır’a aktı. Nereden mi biliyorum, iki yıl önce gene Abdullah Öcalan’ın ilk mesajının okunduğu (21 Mart 2013) günü oradaydım. Bu kez de aşağı yukarı aynı şeyler olacak, bölge halkı yeni mesajı dinlemek ve “ben de buradayım” demek için, halay çekip barış türküleri söylemek ve Nevruz ateşinin üstünden atlamak için miting meydanına akacak.
Kadınlar en güzel mahalli kıyafetlerini giyecekler, gençler Nevruz ateşinin üstünden atlarken belki de kendileri için en çok “iş” isteyecekler. Çünkü bütün ülkeyi kasıp kavuran genç işsizliği bölgeyi de vuruyor.
Öcalan’ın ilk mesajından bu yana bu üçüncü Nevruz. Neler oldu? “Bir çözüm süreci” gidiyor, yürüdü mü yürümedi mi belli değil. Bence yürümedi, iki yıl içinde rahatlıkla bazı talepler çözülebilirdi, örneğin KCK tutukluları özgür kalabilirlerdi. Bir kanun maddesine bakar; olmadı. Öte yandan bir iki hafta önce, uluslararası kadın yürüyüşüne katılmak için gittiğim Mardin’de valinin yürüyüşe pek de hoş bakmadığı, çeşitli kısıtlamalar yapıldığını bizzat gördüm. Yani bölgede devlet valiler eliyle, HDP’li belediye başkanlarının elini kolunu bağlıyor. Hele son İç Güvenlik Yasası’yla bu tavan yapacak. Tabii bu sadece Güneydoğu için değil, tüm ülke için çok ciddi bir sorun. Atanmışların seçilmişlere hükmetmesi. İzmir valisinin tüm protesto olaylarını yasakladığını unutmayalım. Yani demem o ki, Güneydoğu’yla Batı’nın sorunları her yerde kesişiyor.
Bütün bunlar olurken çok önemli bir şey oldu. Heyetler gidip geldi, açıklamalar yapıldı, bunları boş verin, asıl önemlisi bütün ülke barış fikrinin korkulacak bir şey olmadığını hissetmeye başladı. Ülkenin Kürtler tarafından “şark!” diye ikiye ayrılacağı söylemi gerçekliğini yitirmeye başladı.
Öte yandan bölge ciddi bir biçimde soluk aldı ve daha insani bir yaşamın inşası için bir umut belirdi. Bölge okullarında öğrenciler, gelecek için daha çok çalışmaya başladılar, gençlerin soluk alacağı kafeler açıldı, rock grupları kuruldu, sazla birlikte cazın nağmeleri kentlerin sokaklarını doldurdu. Özellikle de gençler yaşamın ölümden daha kıymetli olduğunu anladılar. Anaların yüreği pıt pıt atmaktan kurtuldu. Babalar dağlara bakıp derin bir soluk aldılar. Geçmişin hikâyeleri yazılmaya, filmleri yapılmaya başlandı.
En önemlisi bölgenin feodal yapısı çatırdadı. Bu kadınların başarısıdır. Kadınlar ilk kez, Anadolu’nun genetik kodlarında varolan kadın gücünün büyülü varoluşunu bizzat yaşayarak öğrendiler. Dayanışmanın, paylaşmanın gücünü hissettiler. Suruç’ta Kobani’den gelenlerin yardımına koştular, miting alanlarını sürekli doldurdular ve yönetimde biz de varız, dediler.
HES’lere ve termik santrallara direnen Karadenizli, Somalı, Yırcalı hemcinslerinin yanında yer aldılar. Özgecan için dağlarda ağıt yaktılar. “Bu ülke hepimizin!” dediler. En çok bunu söylediler.
Şimdi Cumhurbaşkanı “Kürt sorunu yoktur” diyor, “İzleme heyetinden haberim yok, istemiyorum” diyor, bence tuhaf bir alınganlık içinde. Karikatürcülere, yazarlara ve kendisine en küçük bir eleştiri yapan çoluk çocuk kim varsa aşırı alınganlıkla dava açtığı gibi sanki kendi Başbakanı’na da MİT başkanına da bakanlarına da alınmış gibi. Belki de “bu süreci ben başlattım, en iyi biçimde bir ileri bir geri idare ediyordum, bunlara ne oluyor” diye düşünüyordur. “Ne oldu da olaylar benim dışımda gelişmeye başladı? Ben Kürt sorunu yoktur, diyorum, iki gün sonra Öcalan’ın meydanlarda mesajı yayımlanıyor. Herkes mi bana sırt çevirdi?”
Kör şeytan işte, tam da bunları düşünürken aklıma bir şey geldi. Nazi İmparatorluğu’nun son günleri, bir yandan Amerikalılar, bir yandan Ruslar Berlin’e doğru ilerliyorlar. Hitler yönetim kadrosuyla ve generalleriyle Berlin’deki sığınakta toplantı üstüne toplantı yapıyor. Generallerine “Savaşın!” diye emir veriyor. Generaller “Elimizde asker kalmadı, silah kalmadı!” diye haykırıyorlar. Hitler duymuyor ve generallere masanın üstündeki bir zamanlar Almanya’nın işgal ettiği yerleri gösteren haritayı işaret ediyor. Ve artık tüm dengesini yitirmiş bir meczup gibi haykırıyor: “Deutschland über Alles!” Generaller başlarını sallayarak odada onu yalnız bırakıyorlar ve az sonra Berlin’de Ruslar bayrak dikiyor.
Alınganlığın Dayanılmaz Hafifliği
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım, hiç böyle zamanlar yaşamamıştık, “at izinin it izine karıştığı”; her an, her dakika bir lağım pisliğinin üstümüze sıçradığı, bazılarının bu lağım pisliğini dünyanın en güzel kokusu gibi akciğerlerine çekip “Şükür Allah’ıma” dedikleri bir zaman.
Sevgili okurlarım vallahi billahi bana iki şeyden daral geldi.
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar