Olaylar Ve Görüşler

Gazetecilik suç değildir! - Neval Oğan Balkız

17 Ekim 2023 Salı

Gandhi’nin deyimiyle; “Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir. Bu ise rüzgârı zapt etmekten de zordur.” Türkiye’de iktidar, adeta “rüzgârı zapt edeceğine” inanarak kendi politik görüş, söylem ve eylemlerine uymayan her türlü düşünceyi, bilgiyi ve haberi tehlike kabul ediyor. Bunları savunan, yazan kişileri, yayımlayan gazete ve televizyonları, radyoları “en uygun yöntemlerle bertaraf edilmesi, susturulması” gereken unsurlar olarak görüyor. Belirgin işlevi somut, maddi eyleme karşılık verme olan “vatandaş ceza hukuku” ortadan kaldırılıyor. Süreklileştirilmiş bir olağanüstü hal koşulları içerisinde, ceza hukukçusu Jacobs’un, sorgulamaya ve bu sorgulamadan yapılan çıkarımlara dayalı niyet saptamalarına göre “tehlike (olarak görülen)nin” önlenmesine/bertaraf edilmesine yönelik “düşman ceza hukuku” uygulamaları devreye sokuluyor. Bu ceza hukuku anlayışı, giderek “tüm hukuku ve yurttaşları hedef alan”, sistematik insan hakları ihlallerine dönüşüyor. Zira “Her yurttaş, her an, bu uygulamaların olası bir objesi haline” getirilme, hukuken “kuşku ve hayati tehlike altında tutulma” tehdidi altında bulunuyor.

GERÇEK HABERCİLİĞİ CEZALANDIRMAK

Hegemonik dil üzerinden, gerçekleri görme biçimlerini dönüştürmek, insanların düşünme, hissetme, anlama biçimlerini egemen olan tahakküm ilişkileri doğrultusunda geliştirmek amacı taşıyanlar dışında kalan; halkın haber alma ve hakikati bilme hakkını savunan tüm gazete, basın yayın kuruluşları ve mensuplarına sistematik ve yaygın şekilde baskı uygulanıyor. Gerçekliğin “yapay” olarak “yeniden inşasından” ibaret olan habercilik dışında kalan her türlü gerçek bilgi ve haber, suç sayılıyor. Bu haberleri yapan, yazan, yorumlayanlar Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan vb. örneklerde olduğu gibi, “oluşturulmuş” suç isnadı ve delilerle tutuklanıyor, mahkûm ediliyor. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, geçen yıla göre 16 sıra gerileyerek 180 ülke içerisinde 165’inci sırada yer alıyor. RSF’ye göre Türkiye, basın özgürlüğü alanında “sorunlu” kategoriden “vahim” durum kategorisine gerilemiş durumda!

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, BİLGİLENME HAKKI VE İNSAN HAKLARI

Bir ülkede düşünceyi açıklama özgürlüğünün var olması; “Herkese, egemen olan fikirlere, egemen tabulara ne kadar aykırı olursa olsun, yeni fikirler ve bilgiler getirme hakkının” tanınmış ve bu hakkın yasal güvenceye bağlanmış olması anlamına gelir. Yani bu özgürlük; “Böyle bir fikir veya bilgi getiren bir kişiye, hiç kimsenin (herhangi bir devlet organının, yargıçların, polisin, vb.) dokunamayacağının, mevcut ya da geçerli olanlara ne kadar aykırı olursa olsun, niteliği veya içeriği ne olursa olsun, yeni bir düşünce veya bilgi getirdiği için, onun başka haklarına zarar verilmeyeceğinin güvence altına alınmış olması” demektir. Açıktır ki bu özgürlük kapsamında “Dokunulmaması ya da korunması gereken, yeni bilgi ya da düşünceler değil, bunları getiren kişilerin kendisidir.” İfade özgürlüğü; “Düşüncelerin, görüşlerin, bilgilerin, bilgisel açıdan değerlendirilmeleri sonucunda insan haklarına ters düştüğü, onları ihlal ettiği ya da edeceği anlaşılan veya şiddete, silahlı direnişe ya da ayaklanmaya kışkırtıcı niteliği bulunan düşüncelerin öğretilmesi, yaygınlaştırılması ve propagandasının yapılması aşamasında kimi önlem ve yasakların öngörülmesini kapsar. Ancak bu önlem ve yasakların; yeni bilgi ya da düşünce getiren kişilerin hiçbir hakkına zarar vermeyecek nitelikte olmasını da şart koşar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de düşünceyi açıklama özgürlüğüne dair birçok kararında (özellikle Karataş/ Türkiye Kararı 1999) bu bağlantıları kurmuş ve ifade özgürlüğünün; “demokratik toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biri olduğunu” ve “yalnız taraftar bulan, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devlete ya da nüfusun bir bölümüne kırıcı gelen, şok eden ya da rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu” karara bağlamış bulunuyor. Mahkeme, “halkın farklı bir perspektiften bilgilendirilme hakkının”, haber alma hakkının da basın özgürlüğünün de düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir biçimi olduğunu, “devletin de bu özgürlüklere haksız (şiddete, silahlı direnişe ya da ayaklanmaya kışkırtıcılık niteliği taşıması halleri dışında) karışmama ödevi bulunduğunu” da vurguluyor.

Synder’in dediği gibi, “Gerçeklerden vazgeçmek özgürlükten vazgeçmek demektir. Duymak istediklerinizle gerçekte olanlar arasındaki farkı reddederseniz, tiranlığa boyun eğmiş olursunuz.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları