Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor. Varoufakis’e göre, tarihin eski feodal düzeninde nasıl krallar, geniş toprakları baronlara dağıtarak egemenliği paylaştırdıysa bugün de modern iktidar, dijital ve finansal oligarşiler eliyle yeniden örgütleniyor. Ancak artık egemenlik yalnızca toprak üzerinden değil, veri, algoritma ve dijital ağlar üzerinden de kuruluyor.
Ortaçağ’ın baronları toprakta üretimi kontrol ederken bugünün baronları veriyi, iletişimi ve üretim süreçlerini yönetiyor. Facebook, Google, Amazon, X, Apple gibi teknoloji devleri, çağdaş dünyada bilgi akışını, iletişim biçimlerini ve hatta siyasal tercihleri belirleyen devasa yapılar haline geldi. Toplumun her katmanı, bu platformların altyapısına bağımlı durumda. Kamusal alan, artık fiziksel bir meydan değil; birkaç özel şirketin yönettiği sanal bir “platform ekonomisi” içinde biçimleniyor.
CUMHURİYETÇİ BAKIŞ
Varoufakis’in vurguladığı temel çelişki burada başlıyor: Vatandaş “kullanıcıya”, halk “veri kaynağına”, kamusal alan ise “platforma” dönüşüyor. Demokrasinin biçimsel varlığı sürse de içerik çoktan sermaye tekellerinin eline geçmiş durumda. Liberal demokrasiler, otoriter liderlere karşı çıkarken piyasa baronlarına dokunmamayı tercih ediyor. Bu yüzden Varoufakis’in ifadesiyle “gerçek bir cumhuriyetçi yalnızca krallara değil, baronlara da karşı çıkar.”
Bu çağda siyasal iktidarın merkezinde artık devlet başkanları değil, veri akışını ve dijital iletişim araçlarını yöneten özel şirketler yer alıyor. Her seçim kampanyası, her toplumsal hareket, bu dijital ağların denetimi altına girmiş durumda. Kamusal tartışma alanı, birkaç algoritmanın gölgesinde şekilleniyor. Bu durum, Varoufakis’in “yeni feodal düzen” kavramsallaştırmasını yalnızca bir metafor olmaktan çıkarıyor; somut bir ekonomik ve politik gerçekliğe dönüştürüyor.
Varoufakis’e göre, dijital çağın bu feodal düzenine karşı verilecek mücadele, klasik cumhuriyetçilikle yetinmemeli; üretim ve bilgi altyapısının kamusal mülkiyetini hedeflemelidir. Marx’ın “üretim araçlarının toplumsallaşması” fikri, günümüzde verinin, bilginin ve dijital ağların toplumsal mülkiyeti biçiminde yeniden yorumlanmalıdır. Çünkü artık üretim araçları yalnızca fabrikalarda değil, bulut sistemlerinde, algoritmalarda, veri merkezlerinde şekilleniyor.
DİJİTAL FEODALİZM
Bugünün dijital kapitalizmi, klasik kapitalizmin sınırlarını aşan bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor. Bireyler hem üretici hem tüketici hem de gözetlenen birer veri kaynağına indirgeniyor. Bu yapının sürmesi halinde, demokrasi yalnızca bir “gösteri sanatı” olarak kalacak. Seçimler, özgürlük ve katılımın değil, algoritmik manipülasyonların sahnesi olacak.
Varoufakis, bu tabloya karşı yeni bir kamusallık öneriyor: Ne devletin ne de piyasanın tekeline sıkışmış, katılımcı, ortak mülkiyete dayalı bir dijital cumhuriyet. Bu, üretim araçlarının toplumsallaşmasının 21. yüzyıldaki biçimi olabilir. Kamusal veri merkezleri, açık kaynaklı platformlar ve demokratik olarak yönetilen dijital ağlar, geleceğin eşitlikçi toplumunun temeli olabilir.
Yazının son cümlesi, adeta çağımızın özeti niteliğinde: “Demokrasi artık baronların hizmetinde bir gösteri sanatına dönüştü. Yeni bir cumhuriyet istiyorsak önce baronların mülkiyetini tartışmaya açmalıyız.”
Bugün, ekonomik ve siyasal mücadele alanı yalnızca parlamentolar ya da sokaklar değil, aynı zamanda dijital ağlardır. Varoufakis’in çağrısı, klasik sınıf mücadelesini yeni bir zemine taşıyor. Feodalitenin sonunu getiren halkçı devrimler, bu kez dijital feodalizme karşı da verilmek zorunda.
GÖSTERİ DEMOKRASİSİ
Türkiye bağlamına bakıldığında ise Varoufakis’in işaret ettiği “baronlaşma” olgusu çok daha karmaşık ve çift katmanlı bir görünüm sergilemektedir. Bir yandan siyasal iktidarın giderek merkezileşmesi, kamusal kaynakların dar bir sermaye çevresine aktarılması ve medya-ekonomi ilişkilerinin aynı ağlar içinde iç içe geçmesi, klasik anlamıyla bir “yeni patrimonyal düzen” yaratmıştır. Diğer yandan küresel teknoloji devlerinin Türkiye’deki dijital davranışları belirleme gücü, reklam ekonomisini tekelleştirmesi ve veri akışını denetlemesi, ulusal ölçekteki iktidar ilişkilerinin üzerine ikinci bir tahakküm katmanı bindirmektedir. Böylece Türkiye’de hem yerli sermaye bloklarının hem de ulusötesi platform devlerinin oluşturduğu iç içe geçmiş bir feodal yapı ortaya çıkmaktadır. Bu yapı, yurttaşların giderek daha az kamusal, daha çok ticarileştirilmiş alanlarda var olmasına; politik katılımın ise sosyal medya algoritmalarının yönlendirdiği bir “gösteri demokrasisi”ne dönüşmesine yol açmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye’de demokratik bir yeniden kuruluş gereksinimi, yalnızca otoriterleşmeye karşı siyasal bir mücadeleyi değil, aynı zamanda veri, altyapı ve iletişim ağları üzerindeki yerli-yabancı tüm tekellerin kamusallaştırılmasına yönelik kapsamlı bir programı da zorunlu kılmaktadır.
Türkiye’de de siyasal iktidar ile büyük sermaye grupları arasındaki simbiyotik ilişki, demokratik alanın daralmasına ve yurttaşın giderek daha fazla “seyirci”ye dönüşmesine yol açıyor. Bu nedenle mesele yalnızca siyasal otoriteyi değil, ekonomik ve dijital baronları da demokratik denetim altına almayı gerektiriyor. Varoufakis’in değindiği gibi gerçek bir demokrasi, yalnızca kralların değil, baronların da mülkiyetini sorguladığında yeniden mümkün olabilir.
Yazar Doğan Sevimbike