Gülengül Altınsay

Ne Milli Ne Takım!

13 Kasım 2014 Perşembe

İlk başta sadece lig takımları vardı. Dünyanın bu kadar küçülmediği, uluslararasındaki temasların zor olduğu dönemlerde milli takımlar çıktı sonra ortaya. O zamanlar milli maçlar ve Dünya Kupaları herkesin heyecanla beklediği, “bizim çocuklar”ın sahneye çıktığı gizemli düzenlemelerdi. İmparatorluklar sonrasında yeni ortaya çıkmış ulus devletler için bir kimlik ispatı, bir kendini kabul ettirme fırsatıydı bu düzenlemeler ayrıca.
Şimdi öyle mi?
“Uluslarararası temas” diye bir şey kalmadı. En kötü durumda üç-dört kulübünüz Avrupa kupalarında 9-10 maç yapıyor. Yabancı ligleri her hafta izliyorsunuz.
Öyleyse niye milli maçlardan vazgeçilmiyor? Bu maçlara ve milli takım turnuvalarına neden ite kaka yer açılmaya çalışılıyor?
Çünkü günümüzde futbol artık doymak bilmez bir endüstri. Üstelik ilk günden bugüne değişmeyen bir şey var; taraftarların kulüplerine olan karşılıksız sevgileri. Bu da futbol üzerinden kazanmak isteyenlerin en büyük dayanağı. Kulübüne “mezara kadar bağlı” insanlardan daha iyi bir mecra olabilir mi? Ayrıca futbolun dili çok basit ve her yerde aynı. Böyle başka bir küresel “bizinıs” bulunabilir mi?
Öyleyse ne kadar çok maç o kadar çok para demek... Milli takımlardan vazgeçilmemesinin temel nedeni de bu. Endüstriyi dünyanın en ücra köşelerine yayıp kârları en yüksek düzeye çıkarmak. Yanı sıra FIFA ve UEFA seçimlerini, “küçük ülke” delegelerini etkileyerek garanti altına almak.
Yoksa gelecek Dünya Kupası Katar’a verilir miydi, pardon satılır mıydı?

Pompalanan milli duygular
Ayrıca milli karşılaşmalardan o ülkelerin federasyonları ve tabii UEFA, FIFA da yayın haklarından, reklam ve sponsorluklardan yani “milli arma” üzerinden milyonlar alıyor.
Futbolcu ihraç eden ülkelerde oyuncu pazarlama aracı aynı zamanda milli takımlar...
Ama tablonun tamamlanması için futbolseverlerin ilgisini artırmak, onları TV başına ve tribünlere çekmek gerekiyor. Bunun için milli duygular bol bol körükleniyor.
Hatta iş bir sportif eylem olmaktan çıkarılıp milli meseleye dönüştürülüyor ve futbolcular da sanki maça değil savaşa çıkar gibi baskı altına alınıyor.
Bedava bilet, “taraftar”a pankart parası, kapıların açılması, rakip takıma her türlü düşmanca ve ırkçı tezahürat, “milli dava” için serbest.
İşte gördünüz; son Sırbistan - Arnavutluk maçı muharebe meydanına döndü.
Ve bizim de unutulmaz bir İsviçre maçımız var...

Ne kadar ‘milli’?
Ama böyle sert bir milli ortamda milli takım oluşturulurken nedense gayet esnek olunabiliyor.
Mesela bizde, yurtdışında doğup büyümüş, gelişmesinde hiçbir katkınızın olmadığı ama annesi veya babası Türkiyeli olan oyuncuların milli takıma alınmasında bir sakınca görülmüyor. Dahası Türkiye’de oynayan yabancı oyunculara Türk pasaportu ve milli forma vermekte de bir sakınca görülmüyor. Bu kolaycı yöntemleri artık pek çok ülke alışkanlık haline getirmiş durumda.
Oysaki bir Milli Takım o ülkenin futbolunu temsil etmeli. Ama öyle olmuyor.
Hatta bir futbolcu sizi değil de doğup büyüdüğü ülkeyi tercih etmişse neredeyse “vatan haini” ilan ediyorsunuz. Sonra da psikolojik baskıyla takımınızda oynattığınız başka kültürde yetişmiş futbolcuları kendinize benzetmeye, kendinize kayıtsız şartsız bağlı hale getirmeye çalışıyorsunuz. Fakat ilk yenilgide de “ruhsuzluk”la suçlayıp harcayabiliyorsunuz.
İşte Hakan Çalhanoğlu örneği...
Almanya’yı seçse Dünya Kupası’nı kaldıran kadroda yer alacak bir futbolcuyu milli sorun haline getirdiniz. Çünkü dünyanın her yerinde polisi ve savcıları ilgilendirecek bir silahlı baskın ve darp olayını örtbas etmeye çalışıp krize dönüştürdünüz. Şimdi de Hakan ve Ömer’i sözüm ona cezalandırıp milli takıma almıyorsunuz.
Sonra da “bu takım hepimizin takımı” dayatmasıyla insanları susturmaya çalışıyorsunuz.
Kimse kusura bakmasın ama şu andaki “Milli Takım” ne milli, ne de takım. Neden takım olmadığını da oynanmış maçlarda gördük zaten.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kim çürümüş? 18 Nisan 2024
Süper kriz 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları