Türkiye nereye gidiyor?

16 Temmuz 2017 Pazar

İktidar, ifade özgürlüğü kısıtlamalarıyla ilgili suçlamalara karşı kendini hararetle savunuyor ve hapisteki gazetecilerin gazetecilik dışı faaliyetlerden ötürü tutuklandıklarını ileri sürüyor. Güçlü bir savunma, ama inandırıcılıktan yoksun: Ne AB, ne ABD, ne büyük devletlerarası (AGİT, Avrupa Konseyi, BM) ya da hükümetler dışı örgütler (Sınır Tanımayan Gazeteciler, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Yazarlar Birliği, Gazetecileri Koruma Komitesi) Türk hükümetinin argümanlarına itibar etmiyorlar. Çeşitli bakanların tekrar tekrar giriştikleri kanıtlama çabalarına rağmen, söylenenlere kimse inanmıyor. Nafile!”
Bu sözler, Gezi’den sonra “Türkiye nereye gidiyor?” başlıklı bir kitap yayımlayan Marc Pierini’ye ait...
AB müzakerelerinin açıldığı yıllarda AB’nin Türkiye temsilcisi olan Pierini, “hapisteki gazeteciler” hakkında Türk hükümetinin yaptığı savunmalar için bu çok keskin ifadeleri kullanıyor.
Erdoğan’ın BBC’de Zainab Badawi’ye verdiği son söyleşiyi izlerken Pierini’nin bu yıllanmış tespitlerini hatırlamadan edemedim.
15 Temmuz’un birinci yıldönümünde Batı medyasına art arda söyleşiler veren Erdoğan, son BBC röportajında bir kez daha “O gazeteciler ya terör örgütleriyle hareket etmişlerdir; ya silah bulundurmaktan içeri girmişlerdir; ya da birçok yerde bankamatikleri kırmışlar, buraları soymuşlardır. (Rağmen) kendilerinin gazeteci olduğunu iddia etmişlerdir” demekten geri kalmadı.
Geçen hafta da benzer şekilde gene CB’nin “Die Zeit”a aynı doğrultuda verdiği bir söyleşi okuduk.
Orada da “hapisteki gazeteciler” sorusuna birebir aynı cevabı veren CB, demir parmaklıklar ardında gazeteci sıfatıyla bulunan gazetecilerin, gazeteci olmadıklarını söyledi.

Statükonun ivmesi
Ancak ne var ki yıllardır ısrarla tekrarlanan bu yanıtların dış dünyadaki etkisi, Türkiye’yi iyi tanıyan Marc Pierini’nin bizatihi parmak basmış olduğu gibi, gerçekte “yok hükmünde”.
Türkiye Batılı odaklarda yapılan değerlendirmelere nasıl “indimde yok hükmündedir” deyip öte yana geçiyorsa, karşı taraf da en üst düzeyde dile getirilen bu savunmalara “yok hükmünde” kıvamında kulak tıkıyor. “Yok hükmünde” ilişkiler, içler acısı şekilde iki taraf için de zorlanarak sürdürülüyor.
Söz edilen bu röportajların ötesinde, “demokrasi bayramı” olarak kutlanan 15 Temmuz’un 1. yıldönümünün dış basındaki etkisi olabildiğince sınırlı.
BBC’deki Badawi söyleşisi ile eşzamanlı olarak “ARTE” televizyonunda da Türkiye ile ilgili ardı ardına 3 belgesel izledik. Belgesellerin hepsi, Pierini’nin sorusu gibi, “Türkiye nereye gidiyor?”a odaklanıyordu.
Alman uzmanlar ve de bizden Fuat Keyman, Laçiner gibi isimlerle yapılan çeşitli değerlendirmelerde bu soru, farklı vurgular, nüanslarla tekrar tekrar gündeme geldi.
Batılı analistlerin verdiği mesaj sonuçta, “Türkiye’deki rejim her ne olursa olsun, Batı için Ankara’nın gözden çıkarılamayacağı” şeklindeydi.

Gökkubbede boş bir seda
“Statüko tüm talihsizliklere karşın sürdürülmek zorunda” şeklinde özetleyebileceğimiz bu tercih, dün bu konuya manşetini ayıran Fransız “Figaro” gazetesinde de işlenmişti.
“Erdoğan’ın demir yumruğu Türkiye’yi sıkıyor” manşetiyle ayrıntılı bir bilanço yapan gazete, arkada kalan yılın Türkiye’nin uluslararası yalnızlığını arttırdığına dikkat çekiyor, Erdoğan’ın bu süre zarfında tek adamlaştığını, ülkenin tüm çehresinin değiştiğini, devletin kurumlarının yeniden yapılandığını ve çok yıprandığını, muhalefet alanının tamamen yok olduğunu, toplum üzerine ağır bir atmosferin çöktüğünü, AB müzakerelerinin “komaya girdiğini”, ancak iki tarafın da “fişi çekmediğini” anlatıyor.
“Türkiye’nin Batı’daki yalnızlığının ölçüsünün, RTE’nin içerde artan gücüyle doğrudan orantılı olduğunu” ifade eden gazete, “Otoriter sarhoşluk” başlığıyla yayımladığı başyazısında, ayrıca “Erdoğan’ın demokrasi tramvayının son durağında olduğunu” belirtiyor.
“Türkiye nereye gidiyor?”un yanıtı özetle gitgide katlanan yalnızlık.
Statüko ivmesiyle Batı’yla ilişkiler bir biçimde sürdürülüyor ama bakanların bile AB ülkelerini ziyarette engellerle karşılaştığı bir ortamda, geri planda ciddi bir “diplomatik kriz” yaşanıyor.
Demokrasinin doğduğu topraklar olan Avrupa’da -heyhat!- bizim “demokrasi bayramı” tamamen “içi boş bir seda” olarak yankılanıyor.
Bundan büyük bir tezat düşünülebilir mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sevgiliye Mektuplar 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları