İngiliz yazar Ian McEwan uyarıyor: “Otoriteryanizmler, giderek diktatörlüğe evriliyor.”
Demokrasilerin krizi, güç kaybı; otokrasilerin yükselişi şu bu derken, yeni bir eşiğe ulaştığımızı söylüyor McEwan:
“Sağ milliyetçilik, yalnızca Putin hayranı Doğu Avrupa ülkelerinde değil, Almanya, Fransa ve Farage etkisinde Birleşik Krallık’ta da yükseliyor. İtalya’da halihazırda zaten neofaşizm prototipi bir iktidar var.”
Ian McEwan’la konuşan ve konuyu başyazısında ele alan Repubblica gazetesi, dolaşımdan kalkan “diktatör” sözcüğü yerine “dikey iktidar” ifadesini yeğliyor.
“Dikey iktidar artık sırf Kremlin şefine özgü bir saplantı değil” diyen gazete ekliyor:
“Halk tarafından seçilmiş olmak, kendinde bundan böyle her tür anayasal sınırı aşmak ve kurumsal güçleri budamak hakkı görmek gibi algılanıyor. Zaman, dijital tiranlarla işbirliği yapan yırtıcı ve ilkesiz politikacıların zamanı. Hepsi de ulusun büyüklüğüne ve vatanperverliğe, korkuyla doğrudan orantılı bir şekilde gönderme yapıyor.
Eski elitler ve eski kuralların esamesi okunmuyor. Ukrayna, Filistin karşıtlığı, BM karşıtlığı, AB karşıtlığı, uluslararası adalet kurumları ile mahkemelere karşıtlıkla anayasa mahkemelerine karşıtlığın prim yaptığı bu ortamda güç ve iktidar tek geçer akçe.
Bu gidişatı tehlikeli bulmak, ‘teknik düzlemde’ eleştirmek dahi, sağ nezdinde mimlenmenize yetiyor.”
“Dünya sağının karanlığı” başlığını taşıyan Repubblica’nın yazısı, giderek kritikleşen bir dönüm noktasına işaret etmesi ve “kalk” borusu çalması açısından önemli.
Gün geçmiyor ki yeni bir “güç sarhoşluğu” hamlesine ve demokrasilerin yeni bir savruluşuna tanık olmayalım.
Donald Trump’ın BBC’nin kafasında Democles’in kılıcı gibi sallandırdığı 1-5 milyar dolara varabilecek “tazminat davası tehdidi”, bu ardı arkası kesilmeyen savrulmalara son örnek.
KÜRESEL MEDYAYA GÖZDAĞI
Neymiş?
BBC zamanında tüm dünya TV’lerince ayrıntılarıyla belgelenen, Trump’ın (2020 seçimlerini tanımaması sonucunda kışkırttığı) 6 Ocak 2021 Kongre baskınındaki rolünü meğer “çarpıtmış”. Başkanın göstericilere yönelik konuşmasını kesip biçerek provokatif göstermiş.
Trump 12 saniyelik bir haber videosunun “montajını” bahane ederek BBC’ye şimdi milyarlarca dolarlık dava açmaya hazırlanıyor. Bunu restoran mönüsünden yemek seçercesine “a la carte” biçimde yapıyor.
Dava, dünyanın en prestijli İngiliz habercilik kurumuna Trump’ın arka bahçesi sayılan Florida’daki bir yandaş savcı eliyle açılacak.
Ama “ifade özgürlükleri” konusunda çok geniş sınırlara sahip ABD yasaları çerçevesinde değil, görece daha sınırlayıcı İngiliz yasaları mucibince görülecek.
Artık hiçbir kural geçerli değil.
Muktedir, asimetrik gücünü keyfe keder dayatıyor.
Trump’a “hop”, “destur” diyebilecek İngiliz hükümeti, firarda.
İşçi Partisi hükümetine başkanlık eden, hukukçu kökenli Keir Starmer, “Aaa BBC mi? Hangi BBC? Tanımıyorum” havasında.
Trump göreve gelir gelmez elinde Kral Charles’ın yaldızlı davetiyesiyle Beyaz Saray’a koşan ve ABD başkanının İngiliz saraylarında alayı valayla ağırlanması adına seferber olan Starmer, baştan sona Washington’ın güç yörüngesinde hareket ediyor.
“Gözünün üstünde kaşın var” bahanesiyle BBC’nin başına örülen çorabı, “derin sağın” büyük haber kurumuna karşı hazırladığı ve tezgâhladığı bir darbe olarak gören çok.
“Derin sağ” derken Trump’a Birleşik Krallık içinden el veren aşırı sağ lider Nigel Farage ile İngiliz muhafazakârlarının en oportünist liderlerinden Boris Johnson’un açık ve kapalı desteklerini kastediyorum.
TARİHİ YENİDEN KODLAMAK
Trump BBC darbesi taşıyla birkaç kuş birden vurmuş oluyor:
1. ABD’de adeta haraç kesercesine dayatılan ağır tazminat davalarıyla yola getirilen (CBS, ABC gibi) ulusal kanallardan sonra BBC yoluyla küresel medyaya gözdağı vermek.
2. Tarihi belleği yeniden kodlamak. 6 Ocak 2021 kalkışmasını temize çekmek ve bir “kil” gibi tarihe istenen yönü, şekli vermek.
İkinci husus, aslında tüm faşizmlerin başlangıç noktası.
Yazıya İngiliz yazar Ian McEwan’ın ileriye yönelik “faşizm” uyarısıyla başlamıştık.
Aynı uyarıyı geçmişten yapan bir başka İngiliz yazar George Orwell’la -özetle- bitirelim:
“(Macar romancı) Arthur Koestler’e vaktinde, ‘tarih 1936’da durdu’ dediğimi ve onun da bunu hemen tasdiklediğini hatırlıyorum. İkimiz de genelde totalitarizmi, spesifik olarak da İspanya İç Savaşı’nı düşünüyorduk. Ben o yıllarda İspanya’da, gazetelerde çıkan hiçbir haberin gerçekle ilişkisi olmadığını görmüştüm. Olmayan muharebeler yaşanmış gibi bildiriliyor, yüzlerce insanın öldüğü çatışmalar ise sessizlikle geçiştiriliyordu. İspanya’da o dönemde tarihin gerçekte nasıl şekillendiğini değil, parti çıkarları doğrultusunda nasıl saptırıldığını gördüm. Ama istediğiniz kadar inkar edin, gerçekler bir şekilde arkanızdan dolanır ve siyahın beyaz olarak tasvir edildiği geleceğe karşın var olmaya devam eder.”