Sizler bu satırları okurken Trump Amerika’sı geçen hafta içinde öldürülen radikal sağ aktivist Charlie Kirk’ü ulusal törenlerle uğurluyor olacak.
Donald Trump ve yardımcısı JD Vance, ana akım kanallardan ABC televizyonunda canlı yayınlanacak bu törenlere bizzat katılacak.
Disney grubuna bağlı olan ABC böylelikle bir eliyle ülkenin en sevilen stand-up’çılarından Jimmy Kimmel’a muhalif görüşleri nedeniyle yol verirken diğer eliyle feminizm, İslam ve siyahlara karşı görüşleriyle bilinen Kirk’ü “ulusal kahramanlara” gösterilen bir ekran zamanıyla taltif edecek.
ABD de ana akım medyanın birbiri ardına devletin yayın organlarına dönüşme sürecine tanıklık ediyoruz.
ABD anayasasının ilk maddesince güvence altına alınan ifade özgürlükleri, her geçen gün tırpanlanıyor ve de ABD başkanının çok ağır zorlamaları, tehditleri altında hizaya giriyor.
Başkan bir bakıyorsunuz kendisinin de merkezinde bulunduğu Epstein skandalı ile ilgili belgeleri yayımladığı için Wall Street Journal’a 10 milyar dolarlık dava açıyor.
Bir başka gün New York Times’ı 15 milyar dolarlık başka bir dava ile tehdit ediyor.
ABC ve CBS kanallarını beri yanda 16 milyon dolarlık özel anlaşmalarla avukatları yoluyla “bağlıyor”.
Bunun karşılığında ABC Jimmy Kimmel’ı ekranlarından uzaklaştırırken CBS de rekor reytinglere imza atan rakip stand-upçı Stephen Colbert’le vedalaşmak zorunda kalıyor.
ABD başkanı fırsat bu fırsat, geride kalan diğer iki ünlü komedyen Jimmy Fallon ve Seth Meyers’ın da NBC’den gönderilmesini ve ayak altından çekilmesini istiyor.
SARI ÖKÜZ SENDROMU
Sarı öküz bir kez verildiğinde, gerisi çorap söküğü gibi gidiyor.
ABD demokrasisinin çürümesi gerçekte Trump’la başlamadı.
İfade özgürlükleri ilk büyük darbeyi 11 Eylül’de almıştı.
CNN bile, çok izlendiği o en iddialı döneminde, Saddam’ın var olmayan kitle imha silahları üzerinde uzun uzadıya yayınlar yapmıştı. Christiane Amanpour gibi kanalın çok tanınan yıldız gazetecileri, o yıllarda baş edemedikleri muazzam bir baskı altında kaldıkları için gerçekleri gereğince yansıtamadıklarını ve bundan büyük rahatsızlık, pişmanlık duyduklarını daha sonra anlattılar.
Belirleyici dönemeç 2016’da Trump’ın ilk döneminde geldi.
Beyaz Saray’a ayak bastığı anda Trump, “post truth” ve “alternatif gerçekler” gibi oksimoron kavramlarla gerçeğe savaş açtı ve de sosyal medya sayesinde doludizgin, yeni bir propaganda çağı başlattı.
Bugün ulaşılan noktada artık “alternatif gerçekler” falan da değil, hoşlanılmayan hiçbir “gerçek” istenmiyor.
Nokta.
Gerçekle bağını tümden kopartan 2. dönemini başkan, beğenmediği istihdam verilerini açık eden Devlet İstatistik Bürosu’nun başkanını nitekim kapının önüne koyarak başlattı.
Ardından üniversitelerle bilek güreşine girdi. Harvard, Columbia gibi ABD’nin medarı iftiharı eğitim kurumlarına -gene gerçekle fazla iştigal ettikleri için- ya boyun eğdirdi ya diz çöktürdü.
Arkadan sıra, gazetecilere ve komedyenlere geldi.
Washington Post’un sahibi Jeff Bezos ile X’in patronu Elon Musk gibi Trump ve MAGA destekçileri, bu ikinci dönemde medya ve sosyal medyanın sınırlarını, çizgisini belirleyecek güce eriştiler.
‘ATLI KARINCADA GİBİYİZ’
Guardian’dan Moira Donegan bu yüzden “ABD’de Trump rejimi hakkında gerçekleri açıklamak artık tehlikeli bir hal aldı” diyor. Demekle kalmıyor, “özgürlüklerin hepten yok olduğunu” savlıyor.
“Bir rejim” diyor Donegan; “Eğer ifade özgürlüklerini kanun gücünü kullanarak cezalandırıyorsa, orada artık özgürlüklerden bahsedilemez.”
Yaşananlar üzerinde beri tarafta en çarpıcı saptamaları, Türkiye’de “Transatlantik”, “Dursun Koca Dünya” ve “Genç Bir Yazara Mektıplar” kitaplarıyla tanınan Amerikalı-İrlandalı yazar Colum McCann yapıyor.
Yerim kalmadığı için yazarın “Repubblica” gazetesine verdiği, aslında her satırı vurucu olan söyleşisini özetleyerek aktarıyorum:
“ABD’de yaşamak hiç bu kadar korkutucu olmamıştı” diyor McCann ve ekliyor:
“11 Eylül dönemi bile bundan daha iyiydi. 11 Eylül’e kıyasla bugün özgürlükler çok daha gerilere gitti. Her gün başka bir özgürlük budanıyor. Bina sonunda çökecek. O yüzden korku, çok gerçek biçimde hissediliyor. Olayların tamamıyla kontrolümüz dışına çıktığı izlenimi veren bu baş döndürücü gerileme, müthiş bir hızla yaşanıyor. Derin kaygı yaratan da bu. Giderek hızlanan bir atlı karıncada gibiyiz. ‘Durun, bırakın, inmek istiyorum!’ diyerek insan çığlık atmak istiyor!”