Ülkemiz, 3 Kasım 2002’de iktidara getirilen proje parti AKP eliyle çok yönlü ve derin bir karmaşaya adım adım sürüklendi. Siyaset biliminde rastlantılara yer yoktur; bu söz F. Roosevelt’e yüklenirse de gerçekte siyaset felsefesi deneyimlerinden imbiklenmiş bir gerçekliktir. RTE’yi siyasal kariyerinin başındayken fark edip “potansiyelini” (elverişliliğini-kullanılabilirliğini!) ABD yönetimine bildiren kilit adlar, Ankara Büyükelçisi M. Abramowitz ve CIA-RAND Corporation kökenli G.E. Fuller idi. Temel amaçları, Soğuk Savaş’ın sona erdiği ve “yeni dünya düzeninin” (!) kurulduğu o dönemde, Türkiye’nin ABD’nin stratejik çıkarlarına en uygun biçimlenmesini sağlamaktı:
“Kürt sorunu”nun istikrarsızlığı önleyecek biçimde çözümü
“Kemalizmin katı yorumunun aşılması”
“Ilımlı İslam” modelinin yaratılması Yeni muhafazakâr bir müttefik sınıf: Fuller, “Kemalist elitin” yerine, Anadolu sermayesine dayanan, dindar ancak Batı ile iş yapmaya istekli yeni bir muhafazakâr burjuvazinin yükselişini istiyordu.
***
23 yıl bitmek üzere, hiç de azımsanamaz. Cumhuriyetin son çeyreği bu kurgu ekseninde geçti ve çok yol alındı. Hatta rahatlıkla, beklenenin ötesine geçildi denebilir. Ancak ortada artık “istikrarlı-sadık bir NATO müttefiki” yok ABD için! Küresel Ağa’nın istemlerine uygun yontulan Türkiye, olağanüstü kırılgan.
Batı emperyalizmi ile cihad ülkesi olarak tanımladıkları Türkiye’de İslamofaşist bir rejim kurmak için koalisyona giren taşeron parti, ağababasına hizmet ederken, içeride istediğinden çoğunu elde etti.
Demokratik Cumhuriyetin kilit taşı olan laiklik kurumu olabildiğine aşındırıldı.
Ülke kaynakları görülmemiş bir vahşetle talan edilerek iç ve dış yandaşlara peş keş çekildi.
Dış politika ve güvenlikte ağır gedikler açıldı; Irak, Libya ve Suriye’de... vekâlet savaşlarına bile girildi.
Temel sosyal devlet hizmetlerinden çekilen devlet, bu alanları yerli-yabancı sermayeye hediye etti.
Trilyonlarca dolara varan kaynak aktarımı ile “yeni muhafazakâr bir İslami sermaye sınıfı” yaratıldı.
Ülke nüfusunun yarıdan çoğu yoksulluk sınırının altına itilerek politik baskıyla mutlak biata zorlandı.
Ülkeye Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan, Filistin, Özbekistan, Fas ve öbür Afrika ülkelerinden 13 milyona yakın düzensiz göçmen bile-isteye alınarak demografik yapı bozuldu ve para-militer güçler oluşturuldu.
Bütün bunları yapabilmek için son 10 yılda, kamu görevlisi sayısı 2.5 milyon artırılarak 5+ milyon oldu.
TSK başkalaştırıldı ve majestelerinin saray ordusuna, “Yeni Türkiye” (!) rejimi koruyucusuna indirgendi.
Kolluk başta olmak üzere bürokrasi, akademi, yazılı-görsel basın, sosyal medya tümüyle ele geçirildi.
Yargı, FETÖ kurgusu gerekçesiyle ve 2017 anayasa değişikliğiyle özerkliğini tümüyle yitiren HSK eliyle yeniden yapılandırılarak bütünüyle yansızlığını-bağımsızlığını yitirdi ve hukuk devleti kökten askıda!
***
Hukuk, tek adam rejimi tarafından açıkça ve mutlak anlamda bir politik silah artık: “Law fare”! Siyaset bilimindeki terim bu. Türkiye hakkında yapılacak siyasal irdelemelerin zemini artık burası; Hukukla savaş!
Siyasal tarihte benzeri olmayan “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” tam bir politik anomali ve Batı kurgusu. CIA istasyon şeflerinin Türkiye’de güçler ayrılığından yakınmaları bu yüzdendi. TBMM, yargı, basın, TSK... ayrı ayrı Cumhuriyete sahip çıkıyordu. O yüzden, FETÖ kurgusunun ardından OHAL ve OHAL altında halkoylaması ile 2017 anayasa değişikliği açık ve muazzam bir hile ile kotarıldı. 2.5 milyona yakın mühürsüz oy, YSK kararı ile geçerli sayıldı ve bu sayede kıl payı, RTE/ABD’nin dayattığı rejim kuruldu. Kırılma noktası 16 Nisan 2017’dir, gerçekte hukuk dünyasına doğmamış, yok hükmünde (keenlemyekün) gayri meşru bir düzene geçilmiştir. Gerçekte o günden bu yana olan her şey ama her şey gayri meşrudur!
Türkiye, o gün teslim alınmıştır. Kılıçdaroğlu yönetiminde ana muhalefet CHP adeta felç edilmiştir o gün.
***
Varılan yerde, AKP=RTE, iktidarı bırakmayacağını açıkça ilan etti. Ana muhalefet CHP’ye her tür Bizans entrikası, dış destekle uygulanmakta. Zorbalaşan iktidar, apaçık İslamofaşist rejim dayatıyor. Kurtuluş; kurucu parti CHP’nin, 4 Eylül 1919’a dayalı milletin azim ve kararından güç alan devrimci bilinçle yelkenlerini doldurması ve yeniden Kuvayı Milliye rotasına topyekûn yönel(t)mesidir. Ulus, CHP önderliğinde birleşerek geleceğine el koyacak; bu lanetli parantez kapatılacaktır! Atatürk Türkiye’si teslim alınamaz!