Ne? Nerede? Ne zaman? Nasıl? Niçin? Bunlar, gazeteciliğe başladığım günlerde (yani 1950 yılında) öğretilen kuralların ilk bölümü.
İkinci bölümünde ise tek soru var:
Kim?
Gazetede yayımlanacak haberlerde bu soruların yanıtlarının hepsinin yer almasına çalışılacaktı. Hepsinin bir arada, bir de kısaltılmış adı vardı. Parola gibi. Soruların ilk harflerinin o zamanki okunuşuyla:
“5N, 1K”
Bu, o zamanlar, gazeteciler çevresinin dışında, anlamı herkesçe bilinen bir kısaltma değildi: Ama bizim mesleğimiz içinde, hele haber yayınları şeflerinin -sadece bildikleri değil- uyulmasını sağlamakta çok ısrarlı oldukları kuralların ifadesiydi.
Hele formülün “K”si. Yani “Kim?” sorusu.
Bana, stajyerlik dönemimde verilen görevlerin başında “polis-adliye” haberleri vardı. Gazetecilikle birlikte siyasal bilgiler fakültesindeki öğrenciliğimi de sürdürüyordum. Ve fakülte programında hukukla ilgili derslerdeki bilgi dağarcığım fena değildi. Ankara Adliyesi’nde o zamana kadarki önemli davaların çoğunu izleme görevi bana verilirdi.
O zamanlar, duruşmalarda fotoğraf çekilmesi yasak değildi. Fotomuhabirimiz Hüseyin Ezer de benimle beraber gelirdi. Gazeteye dönüp, duruşma haberlerini yazarken ilk “ihtar”ı, savcının, ikincisini hâkimin adını yazmayı unutmak yüzünden almıştım. Üstelik Ezer’in çektiği fotoğraflarda onların da görüntüsü vardı. Resimaltı yazmak için adlarının bilinmesi gerekliydi.
Duruşmalarda fotoğraf çekilmesi olanağı, daha sonraları kaldırıldı. Ama habercilik kurallarındaki “kim” sorusunun yanıtının verilmesi kuralı hiç kalkmadı.
Gazeteciliğimin daha sonraki yıllarında bazı dış ülkelerde de duruşmalar izlemiştim. Onlarda da kural öyleydi. Duruşmalar sırasında, fotoğraf veya film çekilmesi yasaktı. Ama önemli durumlarda, duruşmalardaki sanıklarla birlikte, hâkimlerden savcılara, sanıklardan tanıklara, avukatlara kadar, davayla ilgili herkesin adı sanıyla, önceki görevleriyle ilgili bilgilerin yazılması esastı. Hatta bazı önemli durumlarda, önemli katılımcıların mahkemedeki görüntülerini karakalemle çizen ressamlar da muhabirlerle birlikte, duruşmalara girip ertesi günkü gazetelerde yayımlanacak karakalem resimler çizebiliyorlardı. Mesela Avrupa’da izlediğim davalar arasında 1983 yılındaki ünlü Orly Havaalanı’ndaki THY gişesi önünde patlatılan bombayla ilgili davanın duruşmalarının, Paris yakınlarında çok büyük bir mahkeme salonundaki görüntüleri, o usulle yayımlanabilmişti.
Yargı alanındaki olayların, davaların, duruşmaların, tutuklamaların, cezalandırmaların haberlerinin kamuoyuna, gerekli bütün unsurlarıyla birlikte, mümkün olduğu kadar geniş ölçüde yansıtılması, dünyanın birçok demokratik ülkesinde olduğu gibi bizde de esastı. Hele televizyon yayınlarının başlamasından sonra, “5N 1K” formülü, haber programlarının ilkesi haline geldi. Hatta bazı televizyon yayınlarının adı oldu. Artık haberlerin izleyicilerinin çoğunluğu tarafından biliniyordu. Ve haberlerin “5N, 1K” kuralına uygun olması bekleniyordu.
***
Gelelim bugünkü durumumuza. Bugün ise bir süreden beri, o “5N, 1K” kuralının özellikle, “K” bölümüyle ilgili olarak, o beklentinin tam tersine bir eğilim başladı. O formüldeki “K” harfinin, yani “kim” sorusunun gereğinin bazı hallerde yerine getirilmesinin neredeyse “suç” sayılması gerektiğine dair görüşler gündeme girmeye başladı.
Gazetelerde, belirli yargılanmalarla ilgili haberlerde, sanıkların adı sanı var. Haklarındaki suç iddialarının ayrıntıları var. Ama ne iddiaları öne süren savcının adı var. Ne mahkemenin hâkiminin adı var. Ne de suç iddiasını dile getiren tanığın adı var. Tanığın adı zaten “gizli tanık”. İfadesi bir “takma ad” altında yer alıyor.
Öyle bir haberin, bir bölümünü buraya alayım. Başlığı “Ahmet Özer’e 15 yıl hapis istendi”.
O “istenen”, “15 yıl hapsi” isteyen kim? Belli değil. Tabii, bir savcı. Ama adı yazılmamış. Tanık kim? O zaten yazılmamış. Hatta sorulamaz da. Haber metni şöyle başlıyor:
“Görevden alınıp tutuklanan eski Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkındaki soruşturma tamamlandı.
İddianamede, Özer’in “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. İddianamede, Diyarbakır’da, terör örgütü içerisinde faaliyet yürütmekte iken 2020’de tanık koruma programı kapsamına alınan “Hermes” kod adlı gizli tanığın ifadelerine de yer verildi. Gizli tanık Hermes, ifadesinde, Ahmet Özer’in, terör örgütü faaliyetleri nedeniyle ceza alan bir akrabasının yurtdışına kaçırılması ve orada bir eve yerleştirilmesi için terör örgütü üyesi Cemal Kavak’tan yardım istediğini söyledi.”
Haberde “kod adı” olarak “Hermes” diye yazılan tanığın ifadesiyle Belediye Başkanı Ahmet Özer suçlanıyor. Ve malum, belediye başkanlığı görevinden alınarak yerine kayyum atanıyor.
O kararların alınmasına dayanak oluşturan savcının da Özer’in davasının hâkiminin de adları yok.
***
Niçin yok? O haberi yazan ve yayınlayanların gerekçesini bilmiyorum. Ama belli ki bu gibi davalarda sanıkların belirlenmesinde ve haklarındaki kararda katkısı olanların adlarının yazılması, günümüz iktidarını yönetenlerin bazısı tarafından “hedef gösteriyorlar” diye yorumlanabiliyor.
Kamu yönetimlerinde görevli olanların hedef alındığı terör olayları, ülkemizin geçmişinde, maalesef var. Bunların önlenmesi ve o tehlikeye maruz kalabilecek olan kişilerin korunması için önlemler alınması elbet zorunludur. O yoldaki önlemlerin gereğini yerine getirmek, devletin başlıca görevlerinden biridir. Ama bunun için gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada, “isimlerin gizlenmesi” metodu, isabetli bir hal çaresi değildir. Yetkililerin, en etkili koruma önlemlerini o alanda da almaları gerekir. Başka alanlarda alınan önlemlerdeki gibi.
Yoksa toplum hayatımızın daha birçok alanındaki terör tehlikelerinin her biri için, o “isim gizleme” usulünü uygulamak gerekir ki o usulle, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi müzakereleri olmak üzere, demokrasinin koşulları olan, pek çok toplantıya katılanların da isimlerinin gizlenmesi gerekir. Çünkü o toplantılarda da konuşanların tutumunu ve verdikleri oyların rengini benimsemeyen teröristler de vardır. O toplantıların tutanaklarında ve açıkoylamalarında da konuşan ve oy verenlerin isimlerinin yer almaması sağlanmalıdır.
Özetle: Demokrasinin her alanda açıklık (“Osmanlıca”yı tercih edenler için “aleniyet”) rejimi olduğu unutulmamalıdır.