Koronanın öğrettikleri

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Çok uzun süre olmasa da (toplam 10 ay!) cezaevi yaşantısından haberli biri olarak koronanın öğrettiklerinin bir kısmını zaten biliyorum. Fakat yine de böyle bir yaşantım olmamışçasına yazımı koronanın öğrettikleri üzerinden sürdüreyim…

Öncelikle yürümek…

Evde uzun süre kaldığınızda, bulunduğunuz mekânın uygunluk durumuna göre içerde volta da atsanız; dışarıda, açık havada, gökyüzü altında, toprağa basarak yürümek başka bir şey… Bambaşka bir mutluluk…

Volta, malum, cezaevi jargonudur. Ahmed Arif’in dizelerini anımsamanın sırasıdır:

Kürdün Gelinini söyler maltada biri

Bense voltadayım ranza dibinde…

Volta tamam da, malta ne demek… Bilmiyordum doğrusu… Şimdi baktım… Hapishanede volta atılan alan demekmiş, yani havalandırmaya çıkılan yer…

Şair belli ki oraya çıkmak istememiş… Belki yalnız kalmak istemiş… Ranza dibinde ne kadarcık bir alan var ki, volta atabiliyor… Kendi payıma, nerede, ne zaman öğrendim bilmiyorum, birkaç adımlık alanlarda da volta atabilen biriyim…  Ahmed Arif’in bunu yapabilmesi doğal…

Konumuza dönelim…

Korona günleri sanırım çok kişiye yürümenin mutluluk olduğunu anımsattı, ya da öğretti…

***

Yanı sıra öğrendiğimiz bir başka şey, dokunmanın önemi…

Olur olmaz zamanda el sıkışmaktan pek hoşlandığımı söyleyemem.

İnsanların el temizliğine pek de dikkat etmediklerini bilip gördüğümden olmalı…

Fakat kuşkusuz, el sıkışmanın gerektiği zamanlar da vardır…

Dokunmak derken asıl kastettiğim ise sevdiklerimizle, yakınlarımızla kucaklaşmak… Onların yüzüne, saçına, omzuna, koluna, bir yerine dokunmak, temas etmek… Biz böyle alıştık… Ya da ben böyle biriyim… Dokunmak önemlidir benim için… 

Şimdi de kendimden, 12 Eylül sonrasındaki günlerde neredeyse şimdiki gibi büyük ölçüde evlere kapanmışken, dostlarla görüşmeler en aza inmişken yazdığım Sesler adlı şiirimden bir örnek vereyim:

Ve dostların sesi, bunaldığımda

Dokunurcasına duymak istediğim…

Dokunurcasına duymak … Sadece duymanın yetmeyişi… Duymanın dokunurca çoğaltılması…

Kuzey ülkelerinin insanları için dokunmak çok da önemli olmayabilir… Fakat biz sıcakkanlılar, dokunmadan yaşayamayız pek… Korona sonrasında nasıl olacak bu, bilmiyorum, göreceğiz…

***

Korona günlerinin öğrettiği bir başka şey, zamanın değerliliği. 

Hepimizin bildiği  “zaman öldürmek” diye bir deyim var dilimizde…  

Zamanı boşa geçirmemek gerektiği anlamında kullanıldığı gibi, bir şey yapmayıp boş boş oturmak anlamında da kullanılıyor…  

Bu ikinci anlamı başka dillerde de karşılayan deyimler olduğu kuşkusuz. Fakat herhangi bir başka dilde, özellikle bu ikinci anlamıyla, zaman ve öldürmek sözcüklerinin bir arada olduğu bir deyim var mıdır, bilmem.

Korona günleri kendi payıma bana zamanın değerliliğini bir kez daha kanıtladı. 

Kendime ait çok zamanım var ve böyleyken de çalışma masamdan kalkmaya pek vakit bulamıyorum…

Demek ki olağan zamanlarda dışarılarda, örneğin yollarda fazlaca zaman harcamıştım… Çalışma masasında geçirilecek zamanları israf etmişim… Bir başka deyişle de zamanı öldürmüşüm…

Çağdaş yaşamda ve özellikle büyük şehirlerde bu pek çoğumuz için böyle…

***

Ve tenhalığın güzelliği…

Batı ülkelerini gören ya da oralarda yaşayanlar, pazar günleri özellikle belli şehir merkezlerinin dışında ve daha da çok taşra şehirlerinde sokakların tenhalığını bilirler. 

Yabancı biri için bu tenhalık hüzün vericidir. 

Fakat şu korona günlerinin tenhalığı bana hüzünle değil, başka bir duyguyla o pazar günlerinin tenhalığını anımsattı.  

Çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın kalabalıklarla dolup taşmayan; birine çarpmaksızın ya da biri size çarpmaksızın yürüyebildiğimiz sokaklarını özlemle duyumsattı… 

***

Korona sonrasında nasıl bir dünya bekliyor bizi?

Bu konuda düşünmeyi bir başka yazıya bırakalım…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Devlet suç işliyor 17 Nisan 2024
Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024
Atatürk kazandı 3 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları