Sahnede bir adam var. Yeldeğirmenlerine saldırıyor. O değirmen yalnızca değirmen değil: Sahneye baktığımda, değirmeni örgütlü kötülük, hoyratlık, kabalık, sıradanlık, yozluk, gizli tanıklık, maçoluk vb. olarak görmeye başlamaz mıyım!
Yok böyle olmaz baştan başlamalıyım: “Don Quixote” bu kez müzikal olarak karşımızda. Neden “Don Kişot” değil “Don Quixote” diye öyle çok soran oldu ki önce onu belirteyim: Çünkü doğrusu öyle. (Eserin orijinali İspanyolca. Bizde ilk çeviriden beri, çevirinin çevirisi Fransızca telaffuzu benimsenmiş. İspanyolca ismin Türkçe telaffuzu Don Kişot değil, Don Kihote’dir.)
RENKLİ VE HAREKETLİ
Çolpan İlhan Sadri Alışık Tiyatrosu ile “Piu Entertainment” ortak yapımı “Don Quixote” müzikali neresinden baksanız çok zengin bir prodüksiyon. 15 kişilik canlı orkestra, 30 kişilik oyuncu ve dansçı kadrosu, birbirinden ünlü üç başrol oyuncusuyla dikkatleri çekiyor.
Cervantes’in ölümsüz (ve de modernist) eseri, 1959’da Dale Wasserman tarafından kaleme alınmış, yıllar boyu ABD ve Avrupa sahnelerinin gözbebeği olmuştu. Müzikler Mitch Leigh; şarkı sözleri Joe Darion...
Bizdeki prodüksiyonun Türkçesi Güngör Dilmen’den. Sahneye koyan, her rejisinde kendisiyle yarışan Işıl Kasapoğlu. Müzik direktörü: Volkan Akkoç.
Hemen kestirmeden söylemeliyim: Bu çok katmanlı, zor oyunu Işıl Kasapoğlu dev kuklalarla; sahnenin her alanını kullanan çok katlı dekorla (Hakan Dündar), çok renkli giysilerle (İnci K. Özgür), muhteşem ışık oyunlarıyla (Cem Yılmazer) ve harika bir koreografiyle (Canberk Yıldız), sayısız inceliklerle donatmış. Sonuç çok renkli, şaşaalı, hareketli, sıcacık bir yorum. Tüm yaratıcı ekibe alkışlar.
DÜŞLERLE GERÇEKLİK ARASINDA
Müzikalde, Cervantes’in o inatçı hayalperestini Selçuk Yöntem canlandırıyor. Dört dörtlük bir performans çıkarıyor. Onun özellikle Cervantes’le Mançalı şövalye arasında gidip gelmesi, birinden ötekine geçişleri; Cervantes olarak kendini savunurken Don Quixote olarak inadını sürdürmesi çok başarılı. Bilgelikle delilik arasında gidip gelerek asıl meseleye dokunuyor.
Sağduyu ile teslimiyet arasında salınan, halkın ta kendisidir Sancho Panza. Bu rolde Cengiz Bozkurt’un daha öne çıkmasını isterdim. Ama belki de metinden gelen bir eksiklik. Efendisi gerçekliğe dönerken silahtarı olarak onun daha çılgın hayallere kapılmasını bekledim.
Asıl adı Aldonza olan, şövalyemizin ideali, aşkı, sevgilisi Dulcinea’da Zuhal Olcay’ı alkışlıyoruz. Sesiyle, oyunculuğuyla, görüntüsüyle gereğini yerine getiriyor. Ondan öyle mükemmel yorumlar izlemişliğim var ki bu rolünü benimseyip benimsemediğinden çok emin değilim.
Müzikalin kanımca en zayıf yanı prozodisi. Akılda kalıcı, izleyiciyi saran müzikler dinliyoruz. Ancak o müziğe eşlik eden şarkı sözleri zaman zaman müzikle çatışıyor. Kimi şarkılarda sözler anlaşılmayınca akışta, anlatımda kopukluklar ve duraklamalar oluyor. Zorlu’da ciddi akustik sorunu olduğunu da unutmamak gerek.
HÂLÂ GÜNCEL
Ancak yine de müzikal boyunca ilgim bir an olsun dağılmadı. Çünkü eser hâlâ çok güncel ve sahnedeki emek çok büyük. Tüm emek verenleri kutluyorum.
Evet, Don Quixote günümüzde hâlâ çok güncel. En olmayacak hayallerinin peşinde koşanlar, ideallerinden asla vazgeçmeyenler, olanaksızı olur kılanlar hâlâ var. Don Quixote’lar bugün bizim aramızda dolaşıyor.
Ne de olsa bu müzikal de bir direniş biçimi. Don Quixote azıcık delirmiş mi? Evet. Ama kime göre? Bugün aklını yitirmiş sayılanlar kimler? Hâlâ adalet isteyenler mi? Hâlâ iyiliğe, aşka, dürüstlüğe, ideallere inananlar mı? İnsanlığı, insanca yaşamı korumaya çalışanlar mı? (Kimi sahneler daha cesur, daha kışkırtıcı olabilir miydi? Bilemiyorum.)
Don Quixote yenilmeyi redderken bize şunu fısıldıyor: “Dünya aklını yitirmiş olabilir. Ama delilik, bazen son sığınaktır.”
Ve biz hâlâ o sığınakta, elimizde mızrak ya da kalem, biraz hayal ve çokça inatla ayakta durmaya çalışıyoruz.
Öyleyse... “Ne duruyorsun? Sür atını yeldeğirmenlerinin üstüne!”