Bu satırları İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önündeki bankta oturarak yazıyorum. Mahkeme, kararını açıklamadan önce ara verdi. Ne olduğunu birazdan öğreneceğiz.
İçerideki sanık 201 gündür tutuklu olan Furkan Karabay. 29 yaşına 4 gözaltı, 3 tutuklamayı sığdıran gazeteci. Bilenler bilir öyküsünü; Barış Terkoğlu ile birlikte yetiştirdiğimiz öğrencimiz, dostumuz, yoldaşımız...
Burada Furkan’a yapılan suçlamaları ve savunmaları hatırlatmayacağım. Furkan zaten memleketin tamamına yayılan adaletsizlikleri tek tek sayarak böyle bir davada savunma yapmayı reddetti. Benim derdim, meselem bu yazıda başka.
Efsane mi doğru mu şüpheliyim, bir insan yaşamı boyunca en az 50 bin en fazla da 400 bin ayrı insanın yüzünü görürmüş. Ama doğru olduğuna emin olduğum bir konu var.
23 yıldır bu adliye salonlarındayız. Sanık, gazeteci, avukatız. Eş, sevgili, kardeş, anne, baba, çocuğuz. Burada, şu satırları yazdığım adliyede sayısız insan tanıdım. Daha çok sevdiklerimiz, severken ayrı düştüklerimiz, ayrıyken sevmeye başladıklarımız oldu.
Bir de sevdiklerimizin karşısına geçip düşmanlık yapanları bildim. Furkan daha ilkokuldayken gördüm onları ilk. Cüppeliydiler, üniformalıydılar. Zihinlerine kazıdıkları kara kaplı kararlarıyla gelirdiler bu adliyeye. Şimdi kimi kayıp, kimi hesap veriyor, kimi ise kılık değiştirdi.
Furkan ise büyüdü, gazeteci oldu, o da bu adliyenin tanığı olarak yazdırdı kendisini. Bu adliye ki, eski sahiplerin cüppelerindeki koku sinmişti tüm salonlarına yerlerine duvarlarına. Furkan o kesif kokuyu ne zaman koklasa adaletsizliğin başkentine yollandı. Gerçeğin bedeli de kanıtı da o hapislikti.
Biraz iç dökme gibi oldu bu yazı. Olsun, değerdi.
İçeri çağırıldık, karar okundu, ceza ve tahliye. Çığlık atarken düşünür mü insan, sahi Furkan çıkınca nerede nasıl çalışacak? Çalışsa geçinebilecek mi? Geçinse mutlu olabilecek mi? Bilmiyorum. Bildiğim ve arzum şu ki keşke edebiyatı da hiç bırakmasa. Hoş geldin Furkan, hoş geldin kardeşim.