Bugün ulusal egemenlik tarihimizin destansı yıldönümlerinden. 19 Mayıs 1919 büyük önder Atatürk liderliğinde bir ülkenin, ulusun işgalden kurtuluşa, Cumhuriyete uzanan zorlu mücadelesinin başlangıcı, bağımsızlık ateşinin yakıldığı gün. Bu öyle bir zafer yolu ki ümmetçi değil, ulus birliğinin bilinciyle, bağnaz değil, akıl bilimden yana bakışla, padişahı, kadıyı, halifeyi, tarikatı değil, halkın egemenliğini esas aldı. TBMM’si ve Atatürk ilkeleri izindeki Cumhuriyetiyle, tüm karanlık zihinlere karşı en kritik zamanlarda ayağa kalkmasını bilen Kuvayı Milliye ruhuyla aydınlandı.
Atatürk, Nutuk’a şöyle başlar: “1919 senesi mayısının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde...”
Sonraki cümlelerinden; “Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine maddeten ve manen tecavüz halinde; imhaya ve parçalamaya karar vermişler...”
EMPERYALİST OYUNLAR...
Atatürk işgal güçlerinin planlarına işaret eder. Kimi cephenin yabancı himayesinde bir Kürt devleti oluşturulmasına yönelik arayışlarına da vurgu yapar. Tarih bilgisi, bugünü değerlendirmek ve gelecek stratejiler için son derece önemli. Atatürk’ün yıllar önceki öngörüleri bugün hâlâ geçerli. Emperyalistlerin bölgesel oyunlarının sonu yok, sabırları ise onlarca yıl sürebilir türden. İşte bu bakışla bugüne yönelik uyarılarımızı yineliyoruz. “İmralı sürecine” ilişkin soru işaretlerini dile getiriyoruz. Bu bakışla terör örgütünün fesih kararını duyururken Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tapusu olan Lozan Antlaşması’nı hedefe koymasına tepki gösteriyoruz. İşte yine bu bakışla, barış hepimizin ortak umudu derken iktidar hesabıyla, çıkarlar için “çözüm süreci” değil, çifte standartlı adalet değil, ülke genelinde herkes için demokrasi, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığının önemi diyoruz. Laikliğin olmadığı, devlet içinde devletçiklerin yaratılmaya çalışıldığı bakışa karşı çıkıyoruz. Çünkü geçmiş ve yakın dönemde yaşananlar bizlere bölgedeki kaypak zemini unutturmuyor, gelecek açısından dikkatli olmamız mesajı veriyor. Suriye, Irak, Libya, Filistin... Emperyalist, işbirlikçi, işgalci zihniyetin “böl-parçala-yönet” politikası, BOP, GOP’lu, peçetelere çiziktirdiği haritalar akıllarda...
Geleceğimiz gençlerimizle birlikte Türkiye’nin gücünün çağdaş, demokratik, laik hukuk devletinde, ulusal birliğinde, halkın egemenliğinde olduğunu biliyoruz.
ABD'NİN 'NORMALLEŞTİRME' BASKISI
Küresel çapta yönetimsel kriz kazanı fokurduyor. “Batı demokrasisi”nin temel ilkelerine yönelik aşınmalar, faşist, otoriter yönelimler artıyor. Etik bakışı küçümseyenler kulübü genişliyor... Son olarak ABD Başkanı Trump’ın zengin Körfez monarşilerine ziyareti de ABD’ye “hediye edilmek” istenen uçaktan, savunma sanayisi dahil milyarca dolarlık dev ticarete, aile boyu yatırım girişimlerine uzanan pek çok konuda tartışmalara yol açtı. Aynı zamanda ziyaret ülkemiz için de kritik önemdeki konuların masaya yatırıldığı görüşmelere sahne oldu.
Trump’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme rotasında tutmak istediği Sünni Körfez cephesi bölgede yeni bir gerilim istemedikleri, İran’a yönelik saldırıya karşı oldukları mesajını verdi. Suriye konusu da ana başlıklarındandı. Terör örgütü PKK’nin kendini feshettiğini duyurduğu bir dönemde gözler haliyle örgütün Suriye kolu YPG’nin ana unsurunu oluşturan SDG’nin nasıl bir yol izleyeceğinde. Ankara’ya yakın olan Şam’daki Şara yönetimi, Riyad ve Doha ile de iletişimi artırmış halde. Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde Şara da vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telefonla katılımıyla Suriye toplantısı da yapıldı. ABD, Suriye’ye yaptırımları kaldırdığını duyurdu, Körfez para musluğunu açma sinyali verdi. Filistinlilere yeni sürgün planları ise satır aralarına saklanıverdi. ABD bir yandan da Şam’a İsrail ile normalleş baskısını artırırken yıllar boyu yatırım yaptığı YPG/SDG’den vazgeçer mi sorusu ise ağırlığınca ortada.