Biz kasetlerin, el Kıbrıs’ın derdinde
Miyase İlknur
Son Köşe Yazıları

Biz kasetlerin, el Kıbrıs’ın derdinde

19.04.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Kıbrıs’ta ilginç şeyler oluyor. Ama bizim Kıbrıs diye bir derdimiz yok. Daha doğrusu Kıbrıs’ı düşünecek zamanımız yok. Varsa yoksa tek gündemimiz Suriye. Malum; Suriye’yi fethettiğimizi Trump da teyit etti ya. Dosta düşmana karşı göğsümüz kabardı. Şimdi kıytırık bir ada için dostlukları bozmaya değmez.

Hatta Kürt meselesi konusunda bir açılım süreci de Kıbrıs’ta başlatırız. Böylece hem ABD’yle hem AB’yle hem de İsrail’le yeni bir başlangıç yapmış oluruz fena mı? Hatta “dostum Trump” dışında eski dost Putin’den bile alkış alırız.

İlk adımı zaten geçen yılın kasım ayında Macaristan’da düzenlenen AB zirvesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le birlikte kahve içerek attı.

Allah’tan Rum kesiminin böyle bir açılıma niyeti yok ve pazarlığa tümüyle kapalı. Bunu Annan Planı’nı reddederek göstermişti zaten. Rumlar pazarlık istemiyor, adanın tümünü istiyor. Federasyona bile kapalılar. 1960 anlaşmasına dönmek istiyorlar. Tabii ilk hamle olarak. Sonraki adım değişmeyen hülya: Enosis.

Baksanıza EOKA’nın tam da kuruluş yıldönümünde Güney Kıbrıs’ta yeni bir Enosis yanlısı bir örgüt kuruluşunu bir bildiri ile duyurdu. Devrimci Özgürlük Savaşçıları Hareketi adı ile kurulan örgüt, Kıbrıs’ı Türk varlığından arındırmak için silahlı mücadele başlatacağını açıkladı. Efendim “Örgüt kurulsa ne olur, EOKA’da silahlı mücadele yolu ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak istemişti ne oldu?” diyenler olabilir. Elbette bir örgüt Türk ordusunun koruduğu Kuzey Kıbrıs’taki Türkleri adadan kovamaz. Ancak Rum kesiminde Enosis hayalinin hâlâ sürdüğünü gözümüze sokması nedeniyle önemli. Özellikle de hem Türkiye’de hem Kuzey Kıbrıs’ta Rumlarla ortak devlet kurma gibi nahif ve romantik hayaller peşinde koşan “Yes be annem!”cilerin umurunda mı bilmem. Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantör ülke konumunu ve Rumların 1950’lerden 1974’e kadar süren sistematik katliamlarını unutan bu romantik devrimciler de tıpkı Rumlar gibi Türk ordusunu işgalci görüyor ve Rumlarla birlikte ortak devlet fikrini savunuyor. En önemli savunma argümanları ise “Ama Kıbrıs’ta Rumlar çoğunluk”. Söz konusu Türkiye olunca azınlıkların hakları konusunda “Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı vardır” gibi klişe kavramlara sarılan bu grup, nedense konu Kıbrıs olunca katliamlara uğramış azınlığın değil, çoğunluğun yanında yer alıyor.

AL KASETİ, VER ADAYI

Güney Kıbrıs da artık fiilen ABD ve NATO’nun üssü konumuna evrildi. AB üyesi yapılan Güney Kıbrıs NATO üyesi olmasa bile adada çıkan bir karışıklık halinde karşımızdaki güç Rum yönetimi ve Yunanistan değil, NATO olacaktır. Bizim NATO üyesi olmamızın bile durumu değiştirmeye yetmeyeceği açık. Doğu Akdeniz’de en büyük üçüncü ada olan Kıbrıs’ın, sadece Türkiye’nin güneydeki savunma kapısı olması dışında ekonomik çıkarları açısından da yaşamsal önemi haizdir. Öyle “Ver kurtul” denecek bir yer değildir. Belli ki petrol ve doğalgaz nakil hatları ile denizdeki karbon yatakları birilerinin ağzını sulandırıyor.

Mısır, Fransa, Yunanistan, ABD, İsrail ve İtalya gibi ülkelerle ortaklaşa tatbikat yapılması, Türki cumhuriyetlerden üçünün Güney Kıbrıs’ı tanıması ve elçilik açılması, bilmediğimiz bir planın parçaları. Türkiye sessiz. Kıbrıs’la ilgili son günlerde tek gündemimiz öldürülen yasadışı bahis çetesi baronu Halil Falyalı’nın gizlice çektiği kasetleri kimin önce ele geçireceği.

Ülke olarak biz şantaj kasetlerinin derdindeyiz; Rumlar, Yunanistan, ABD ve AB ise Kıbrıs’ta hâkim olmanın derdinde. Trump’ta ve AB’de akıl olsa kasetleri bizimkilerden önce ele geçirir ve “Al kaseti ver adayı” diye pazarlığa otururdu. Belki de kasetler adadan daha değerlidir bizimkiler için kim bilir.