Öyle böyle değil bayağı iyi verdik. Ne istedilerse verdik. ABD ile görüşmelerimizde iyi bir alışveriş yaptığımız söylendi. Cumhurbaşkanımız ne alıp ne verdiğimizi pek açık etmedi ama “Fevkaladenin fevkinde bir görüşme oldu” dediğine göre iyi bir alış veriş olduğunu düşündük önce. ABD’ye neler verdiğimizi kalem kalem öğrendik ama bizim ne aldığımızı bir türlü öğrenemedik. Devlet sırrı desen daha önceki görüşmelerde üç verip bir aldıysak bile bizzat en yetkili ağızlardan daha Beyaz Saray’ın kapısında iken öğrenirdik. Uçakta gazeteci dublörleri ile saatlerce bu konu konuşulurdu. Ama şimdi öyle mi?
Trump ile görüşmelerde “Türkiye ne kazanım elde etti” diye sorsak alacağımız yanıtlar belli.
“Bölge ülkeleri liderleri ile görüşmelerde Trump bizim reisi yanında oturttu. Beyaz Saray’da kapıda karşılayıp kapıda uğurladı. Hatta arabasının arkasından el bile salladı. Yemekte sandalyesini çekti. Bizim reis için ‘Çok akıllı adam’ dedi.”
Valla bu kadar şey verdikten sonra Türkiye’ye kadar bile eşlik etse azdır.
Ne aldığımızı bilmiyorsak da ne verdiğimiz ortada.
Ruslar tarafından yapılan Akkuyu Nükleer Santralı dışında ABD’ye de bir nükleer santral ihalesi vereceğiz.
Rusya ve İran’dan aldığımız doğalgaza ek olarak da Amerika’dan 20 yıl boyunca 43 milyar dolarlık sıvılaştırılmış gaz alacağız.
ABD menşeli bazı ürünlere 2018’de getirilen ek vergiler kaldırılacak.
Heybeliada’daki ruhban okulunun açılması için gerekli adımlar atılacak.
Bir de Eskişehir’deki nadir elementler için bir anlaşma yapıldığı söyleniyor ama henüz açıklanmadı. Zaten anlaşma yapılmış olsa bile biz o elementler çıkarılmaya başlanınca duyarız.
Peki ne aldık?
Bol bol vaatten başka bir şey yok. CAATSA yaptırımları, F-35 ve F-16’ların satışına onay için “Yakında olabilir” denildi o kadar. O da senato onaylarsa tabii.
II. ABDÜLHAMİT’İN İZİNDE
Erdoğan’ın dış ülkelerle alış-verişi II. Abdülhamit’in politikalarına ne kadar da benziyor. Abdülhamit, Rusya ile yapılan 93 Harbi’nden sonra kendisine dayatılan Ayastefanos Antlaşması’ndan kurtulmak için İngiltere’nin himmetine sığınmış, Balkanların bir süre daha Osmanlı’da kalması karşılığında Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralamıştı. O gün bugündür Kıbrıs meselesi ile uğraşıyoruz.
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın sıkıştırmasından bunalan Abdülhamit, Alman İmparatoru II. Wilhelm’e yanaşmıştı. Zaten yeni pazarlar arayan Wilhelm’in arayıp bulamadığı bir şeydi bu. II. Wilhelm’in ilk ziyaretinde “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışı ile hareket eden Abdülhamit, ağırlama giderlerine 30 milyon frank harcamıştı.
Tam bir tüccar gibi davranan Alman kayzeri bu ziyarette Osmanlı’ya milyonlarca mark değerinde silah satışı yaptı. Gerçi aldığı Bağdat Demiryolu imtiyaz projesinin yanında bunun lafı bile olmazdı ya. Demiryolu güzergâhının sağında ve solundaki 20 km’lik alanda yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de Almanlar alacaktı. Mezepototamya topraklarının altındaki petrol ve değerli madenleri de tabii.
Rusya, Almanlar’a verilen demiryolu imtiyazlarına öfkelenince “Kızmayın canım size de Karadeniz demiryolu imtiyazı verelim” dendi.
Peki Almanlardan ne aldık?
Bir çeşme. At Pazarı’nda bir Alman Çeşmesi yaptırıp hediye etmiş kayzer. Herhalde bir tas soğuk su içip yürek yangınlarını söndürsünler istemiş. Bir de Deutsche Bank’tan 200 bin sterlin tutarında kredi. Yüzde 7’lik faizle hem de. Üstelik bu tutar Alman kayzerinin karşılamasına harcanan paranın neredeyse beşte biri.
Nasıl, Erdoğan’ın ikili anlaşmalarda ilhamını nereden aldığı belli değil mi?