İktidar kanadına ve yandaş medyaya göre masadayız. İsrail basınına göre ise masa da olmamakla birlikte perde gerisinde anlaşmayı kotaran ülke. Masada mı yoksa mönüde mi olduğumuzu zaman gösterecek.
AKP’nin Ortadoğu politikasında sık sık tekrarlanan “Ortadoğu’da masada değilseniz mönüde olursunuz” sözüne sık sık atıf yapılır. Yeni Osmanlıcılık da politikasını bu teze dayandırır. Temel düstur, ne pahasına olursa olsun ille masada olmak. Masada olmak uğruna başımıza açılan işler pek önemsenmez. Suriye politikamızı da ille de masada olacağız anlayışıyla inşa ettik. Sonucu ortada.
Bu cenaha göre Suriye’de başarı kazandık. Esat gitti ya?
Esat’ın gitmesi uğruna hangi maliyetleri üstlendiğimizin önemi yok. İstedikleri kadar sığınmacı sayısını 3 milyonda sabit tutan açıklamalar yapsınlar; sahadaki gerçek on milyona yakın. Belki de üstünde. Yüzlerce şehit ve harcanan milyar dolarlar.
En önemlisi de İsrail’in önündeki barikat olan Esat rejiminin çökmesi. İsrail’in bölgedeki yayılmasının en önemli engellerinden biri Esat rejimi ise diğeri Lübnan Hizbullahı’nın çökertilmesiydi. İkisinin yok oluşuna en çok sevinen ise AKP iktidarı oldu.
Eğer Gazze’de yüz binlerce günahsız insan öldürüldü ve bir o kadarı da yurdundan sürüldü, açlığa mahkûm edildiyse mezhepçi ve hayalci dış politikamızın bunda payı büyüktür.
Gazze’de ateşkes anlaşması küçük bir kara parçasına hapsedilmiş insanların azıcık nefes almasına olanak sağlayacağı için önemli bir adımdır. Ancak İsrail’in bu anlaşmaya ne kadar süre ile uyacağı meçhul. Uymadığı ve yeniden Gazze’yi işgal etmeye kalktığında karşısında duracak bir güç de maalesef yok. ABD iç politikasında belirleyici olan Siyonist lobinin etkisi kırılmadığı sürece tabi.
İsrail’e gönderilecek Barış Gücü’ne yine asker göndermeye talip olan ilk ülke biz olduk. Peki Netanyahu, bizi de savaşın içine çekmek için provokatif eylemlere girişirse ne olacak?
Mehmetçik İsrail’le savaşacak demektir. AKP, iç siyasette kendi tabanında acayip hava atmış olur. Ya sonra?... Ayrıca Hamas’a ne kadar güvenebiliriz o da ayrı bir sorun. 7 Ekim saldırıları çok havalı bir eylemdi. Netanyahu’nun arayıp da bulamadığı müthiş bir koz. Sonuç; Gazze yok oldu.
BLAİR, PASSFİELD Mİ OLACAK BALFOUR MU?
Anlaşmaya göre, Gazze’de Tony Blair’in başkanlığında bir yönetim oluşacakmış. Hani Irak’ın üçe parçalanmasında ve binlerce insanın katledilmesinde ABD’den sonra en büyük paya sahip İngiliz İşçi Partisi’nin lideri eski Başbakan Blair.
Peki ona güvenen var mı?
İngiliz sosyalistleri kapitalizmin ihtiyacı olan emperyal savaşlara her zaman “vatanseverlik” şiarıyla onay vermiştir. Bu emperyal savaşın sonuçlarından biridir Filistin’in Yahudilere peşkeş çekilmesi. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin savaşa girmesinde tek başına karşı çıkan İngiliz İşçi Partisi’nin lideri MacDonald kendi partisine bile söz geçiremedi. Hoş; MacDonald da 17 Ekim Devrimi’nden sonra azılı bir komünizm karşıtı oldu ya.
Tony Blair’in önünde iki yol var şimdi: Ya 1929 Ayaklanması’ndan sonra sorunun eşit ve adil çözümü için hazırlanan Passfield Beyaz Kitabı’nın yazarı sosyalist iktisatçı Baron Passfield gibi davranacak ya da İrlandalıların “kanlı Balfour” lakabını taktıkları Filistin topraklarını Siyonistlere açan muhafazakâr Dış İşleri Bakanı Artur Balfour’un izinden gidecek ve “kanlı Blair” olarak anılacak.