Dürüstçe konuşmak gerekirse bugün “teşekkür”ü hak eden kişi MHP lideri Devlet Bahçeli’dir. Çünkü 41 yıllık terör örgütü PKK’nin başı Abdullah Öcalan, kendisinden istenen çağrıyı yaptı ve “PKK’nin ömrünü tamamladığını” söyleyerek “FESHİNİ” gerekli gördüğünü açıkça ifade etti.
Bu aşamada istisnasız hepimize düşen görev, terörsüz bir Türkiye’nin gereklerine uygun davranmaktır. Ancak Öcalan’ın açıklamasında önemli bir eksiğin varlığını da görmek durumundayız. O eksik, Öcalan’ın, kendini feshedecek PKK’nin elindeki silahlara ne olacağı konusuna hiç değinmemiş olmasıdır.
O nedenle bu sorunun çözülmesi artık ülkemizi yönetmek sorumluluğu taşıyanların becerisine kalmaktadır.
Elbet hikâyenin hepsi PKK’nin (eğer gerçekleşirse) kendini feshetmesinden ve silahlarını teslim etmesinden ibaret değildir.
Geride Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle söyleyeyim: “Turpun büyüğü” vardır. O da AKP’nin yeni anayasa projesi ve o arada hem “Erdoğan’a tekrar cumhurbaşkanı seçilme yolunu açacak değişiklik için DEM Parti’nin desteğini sağlama” planı ile PKK’nin veya ona yakın kesimlerin bir yandan “sivil ve siyasi hayata katılmaları için verilecek ödünler” konusu vardır. Aslında Öcalan’ın açıklaması öncesinde bu konuların kapalı kapılar ardında konuşulmuş ve mutabakata varılmış olması bence çok güçlü bir ihtimaldir.
Hoş hikâyenin başından yani geride kalan eylülün son günlerinde Erdoğan’ın Bahçeli’yle yaptığı görüşmeden birkaç gün sonra yani 1 Ekim’de, TBMM’nin yeni yasama yılına başladığı gün Bahçeli’nin “sittin (altmış) senedir” DEM’lilere karşı takındığı düşmanca tavrı terk edip TBMM Genel Kurulu’nda ellerini sıkmasıyla başlayan süreci yaşıyoruz. O nedenle bu oyunun kurucusu Bahçeli değil, Erdoğan’dır.
Öcalan’ın açıklamasını esas alırsak artık Türkiye’de Kürt kökenli yurttaşlardan bir “federatif Türkiye” yahut “idari özerklik” türü talep gelmesini beklemeyeceğiz. Keza “Eğitimde Kürtçe de esas alınsın” istemleri de olmayacak. Ama gerçekten böyle mi olacak, onu da çok geçmeden göreceğiz.
Öcalan’ın açıklamasında geçmişe ilişkin dikkate değer tespitler de var. Örneğin “terörist başı”, PKK’nin kuruluş yıllarında ilan ettiği Marksist/ sosyalist inaçlardan tamamen vazgeçmiş görünüyor. O dönemin “komünist” devletlerini de isim vermeden reel-sosyalizm kavramıyla ifade ediyor.
Öcalan’ın açıklamasında haksız ifadeler de var: Örneğin Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’nin “tek tip”çi olduğundan yakınıyor. Oysa o yıllarda Türkiye’de “Türk ulusu” yeni baştan inşa ediliyordu. Bu bir... Bir de okuma yazma oranının yüzde 13 olduğu bir ülkede, tamamen yeni bir devlet kuranların başka seçenekleri mi vardı da şimdi o dönemden “tek tipçi” diye şikâyet ediliyor.
Öcalan bir de “Kürt realitesi”nin inkârına değiniyor. Oysa 1991 seçimlerinden hemen sonra merhum Süleyman Demirel yanına Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’yü de alarak Kars’a yaptığı bir gezide halka açıkça “Kürt realitesi”nden söz etmiş ancak bu sözler, PKK’yi yolundan çevirmeye yetmemişti.