Bağımsız bir anlayışla yayın yapan televizyon kanalları (onlar da üçü geçmiyor), akla mantığa yatmayan bir durumla karşılaşınca, siyasi iktidarı göstererek “Aklımızla alay ediyorlar” diyorlar ya... Bu dönemde artık o bile geride kaldı.
Görünen o ki artık bizleri adam yerine de koymuyorlar.
Neden söylüyorum bunları: Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) isimli bir kurum var ya... Onun aldığı ve bugünden itibaren uygulanmaya başlanması gerekirken son dakikada durdurulan karar nedeniyle söylüyorum:
Artık cümle âlem biliyor: İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve 47 arkadaşı 19 Mart günü gözaltına alındı.
Ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı tutuklanınca büyük bir tepki doğdu, piyasalar altüst oldu. Merkez Bankası döviz kurunun yükselmesini engellemek için rezervlerinden 57 milyar dolar sarf etmek zorunda kaldı.
Ve tabii ilk gün bir iddiaya göre 120 bin bir başkasına göre daha çok insan, İBB’nin Saraçhane’deki binası önünde bulunan meydanda toplanarak bu gözaltı işlemini protesto etti. Sonraki günlerde de protesto eden kalabalık 4-5 misliyle artarak protestosunu sürdürdü.
Bunca büyük kalabalıkların toplandığı mitinglerdeki insanlar tam anlamıyla barışçıl bir tutum sergiledi. Bir iki yerde gençlerle oraya gönderilmiş polisler arasında çıkan hırgür dışında bir tek olay yaşanmadı.
Amma velakin RTÜK denen kurum, “durumdan vazife çıkararak” konuya el koydu ve son Saraçhane mitinginden 2-3 gün sonra, bu mitingleri canlı yayınlayan Sözcü TV’ye 10 gün süreyle ekranını karartma (Halk TV ve Tele1’e de daha hafif) cezası verdi.
Gerekçe neymiş?
Bu yayınlarla Sözcü TV halk arasına kin, nifak sokmuşmuş. Bir kısım halkı ötekiler aleyhine tahrik etmişmiş.
Peki nifak sokmuş ve birilerini ötekiler aleyhine tahrik etmiş de beş gün boyunca Saraçhane’ye gelen toplam belki 1 milyon insandan birinin burnu kanamış, bir kişi öteki ayağıma bastı diye şikâyet etmiş mi? Yok.
Ama şart değil!
RTÜK Başkanı Ebubekir Bey’in canı bu mitinglerin büyüklüğü, canlılığı yüzünden fena halde sıkılmış ya... Bu, bir TV kanalını 10 gün kapatmasına yeter! Bundan bir sonrası lisans iptali.
Düşünün ki bir polis memuru, tabancasını çekip kızdığı bir insanı bacağından yaralıyor. Bu Halk TV’ye ve Tele1’e verilen ceza gibidir. Sözcü TV’ye verilen de göğsünden vurup ölümcül ağırlıkta yara açmaktır. Lisans iptali ise yayıncılık açısından idam cezası ağırlığındadır.
RTÜK yayın hayatımıza Nemrut Mustafa Paşa divanı gibi keyfi kararlarla giren bir zulüm aracıdır. Ama o tek değildir.
Nitekim sadece bunları yaşamıyoruz.
Önceki gün, Gezi olaylarının 12’nci yıldönümü nedeniyle Taksim Parkı’nda bir araya gelen ve yüzlerini Atatürk Kültür Merkezi’ne dönerek sessiz şekilde ayakta duran gençler de polisi kızdırmış olmalı ki yasal hiçbir suç işlemedikleri halde 21 genç gözaltına alındı.
Bitmedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı da durumdan vazife çıkardı: Hiçbir yetkisi yokken ve anayasanın 28. maddesi sansürü yasaklamışken tuttu Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün yazdığı Kuran meali kitabına sansürü kendinde hak gördü.
Bu sırada iktidar da “eksiksiz özgürlükçü” bir anayasadan söz ediyor.
Bizimle keşke sadece alay etselerdi.