Büyük Atatürk’e ve CHP’ye gönül vermiş hiç kimse önümüzdeki gibi bir karanlığı yaşayacağımızı düşünmemiştir. Çünkü 4 Eylül 1919’dan beri bu ülkeyi aydınlığa ve çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak için varını yoğunu ortaya koymuş bir parti olan CHP, yeni ve ağır bir tehlikeyle ile karşı karşıyadır: Önümüzdeki 15 Eylül günü Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi CHP’nin başına bir “kayyum” tayin ederek ağır bir darbe vurmak için kollarını sıvadığı izlenimi veren bir süreç içinde görünmektedir.
Bunu ifade etmişken değineyim:
CHP bunun gibi badirelere alışkın bir partidir:
Demokrat Parti’nin tek başına Türkiye’yi yönettiği 1950-60 arasında önce ülkede bir özgürlük havası estiren -merhum- Başbakan Adnan Menderes, 1952 sonrasında gerçekte demokrasiye yatkın bir kişi olmadığının işaretlerini vermiş, örneğin halkı Demokrat Partililer ve ötekiler diye, medyayı yandaş olanlar ve karşıtlar diye ikiye ayırmış, kendisine dalkavukluk edenleri başta resmi ilanlar olmak üzere tüm İktisadi Devlet Teşekküllerinin reklam ve ilanlarıyla boğazlarına kadar paraya boğmuş, özgürce yayın yapmayı, dürüst gazetecilik yapmayı tercih edenleri hapse atmış mümkünse sefalete yöneltmiş, Meclis’te muhalefete -özellikle de İsmet Paşa’ya ve CHP’ye- hayat hakkı tanımayacak yasalar ve yasaklar getirmişti.
Nitekim 14 Aralık 1953 günü Meclis’ten geçirilen bir yasa ile CHP’nin tüm mal varlığına el koymuştu.
Son zamanlarda muhalif sözcülerin kullandığı “Suçluların telaşı içindesiniz” sözünü ilk defa -merhum- İsmet İnönü, CHP’yi, binasız, masasız, sandalyesiz bırakan yasayla ilgili görüşmeler sırasında TBMM Genel Kurul kürsüsünden, Demokrat Partili milletvekillerine:
“Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum: Suçluların telaşı içindesiz” diyerek kullanmıştı. (Çok iyi anımsarım: Bu sözler üzerine Genel Kurul’daki DP milletvekilleri belki 5, belki 10 saniye süreyle donup kalmışlardı.)
CHP sonra ne yaptı?
Türkiye’nin her ilinde, her ilçesinde -hatta o zaman partilerin mahalle içlerinde kurulmuş “ocak” denen örgütlerin üyeleri evlerindeki masa sandalye koltuk ne varsa CHP’ye taşımış ve partiyi ayakta tutmak için ellerinden geleni sonuna kadar yapmışlardı. (Aynen İstiklal Savaşı’nda, askeri giydirmek, ona fotin denen boğazlı ayakkabı sağlamak, orduya tüfek satın almak için tüm halkın mal varlığının yüzde 40’ını Hazine’ye verdiği sırada yaptığı fedakârlık gibi...)
O tarihte CHP’nin yayın organı, saygın bir gazete olan “Ulus” gazetesi vardı. Orada çalışan meslektaşlarımız ceplerindeki kalemleri dışında her şeylerini son gün Ulus matbaasında bırakıp ayrıldılar. Ama durmadılar. Kısa bir süre sonra “Halkçı” adıyla yeni bir gazete çıkardılar ve dayanılması güç koşullara rağmen görevlerine devam ettiler ve hem kendilerinin hem de CHP’nin görüşlerini kamuoyuna ilettiler.
Sayalım ki 15 Eylül’de CHP’nin mevcut yönetimi görevden alınacak ve parti mahkeme başkanının aklına gelen -veya Saray’dan kendisine fısıldanan- bir kişiye teslim edilecek. Bunu, daha açık söylemek gerekirse demokrasimize, siyasal yaşamımıza, anayasamızdaki ifadeyle burada bir hukuk devleti olduğu iddiamıza yeterince ağır bir kötülük yaptıkları için mutlu olacaklar.
Tarih o beklenti sahipleri için yeterince ders içermiyor mu?