MEHMET MURAT ÇALIK
BEYLİKDÜZÜ BELEDİYE BAŞKANI
Kıymetli Hemşerilerim,
1,5 ayını Silivri zindanlarında geçirmekte olan bir meslek insanı, şehir plancısı bir yerel yönetici olarak sizlerle “Deprem Gerçeği” konusunda dertleşmek istiyorum. “İnsan kendi cehennemini yaratan ve kendini hapsettiği cehennemde mutluluk arayan tek varlıktır" diyor bir düşünür. İnsan, göz göre göre kendine bunu neden yapar, anlamak mümkün değil.
İstanbul şehrinin 16 milyon nüfusa çıkmasının nedeni, şehre göç edenlerin kışkırtılmış çaresizliğidir. Onları doğdukları topraklarda kim çaresiz bıraktı, çaresizliklerini kim kışkırttı? İstanbul’un bu hali, ülkeyi 70 yıldır yönetenlerin akıl ve ferasetlerinin aynasıdır. Herkes elini vicdanına koysun ve bu aynaya baksın. Gelin, bu aynaya muhtemel bir depremin penceresinden bakalım. Gerçeklerle yüzleşerek bakalım.
Bu ülkeyi 23 yıldır tek başına AK Parti yönetiyor. Peki, mevcut iktidar aşık olduğu şehre ne yaptı? 23 yıl! Bu ne büyük bir şans, ne büyük bir lütuf. Peki, iktidar partisi bu şansı nasıl değerlendirdi?
Atı alan Üsküdar’ı geçti. İstanbul, AK Parti iktidarında yaklaşık 2 kat büyüdü. 2000 yılında 8,8 milyon olan nüfus, bugün 16,5 milyona çıktı. Şimdi insana sormazlar mı? Buna niye izin verdiniz? Hiç değilse azaltmak için gerekli önlemleri niye almadınız? Kontrolsüz bir biçimde büyüyen ve çarpık bir biçimde kentleşen, sorunları kangren olmuş bu şehre neşter vurdunuz mu?
Hayır, vurmadınız.
Ölümü görüp sıtmaya razı olmuş İstanbul halkını geçici pansuman tedbirleri ile oyaladınız. Oysaki deprem gerçeği, 17 Ağustos 1999’da yüzümüze bir tokat gibi çarpmıştı. Çok üzülmüş, kahrolmuştuk. Bu güzel memleketi, son 23 yıldır tek başına yöneten, yüce mecliste her türlü yasayı çıkartabilecek çoğunluğa sahip iktidar ne yaptı? 7,5 şiddetinde deprem olması halinde içinde yaşayanlara mezar olma potansiyeli taşıyan yüzbinlerce bina için ne yaptı? İstanbul’u depreme dayanıklı kılmak için, İstanbul’a göçü önlemek için hiçbir radikal önlem almadı.
Bu nasıl bir aşktır?
Şimdi; 20 yılda 2 kat büyümesine göz yumulmuş bir şehirde deprem konuşuyoruz. Atı alan Üsküdar’ı geçmişken konuşuyoruz. Konuşalım tabii. Görevimiz, her şeye rağmen çözüm üretme mecburiyetindeyiz.
Ülkemizin %66’sı aktif fay hatları üzerinde. Son 120 yılda Türkiye’de büyüklüğü 7’nin üzerinde, 18 deprem meydana geldi. On binlerce yurttaşımızı kaybettik.
6 Şubat’ta, afet ülkesi olduğumuzun acı gerçeğiyle tekrar yüzleştik. Yaşadıklarımız hepimize, afetlere hazır olmadığımızı gösterdi. Deprem, bize bugüne dek yaptığımız uygulamalar ve planlarınız yanlış dedi, hem de bunu kafamıza vura vura gösterdi.
Vatandaşlarımız büyük bir dayanışma örneği sergiledi. Türkiye’nin dört bir yanında insanlarımız seferber oldu. Ancak bazı afet bölgelerine, saatlerce hatta günlerce yardımlar ulaşmadı. Belki de binlerce insanımız bu yüzden hayatını kaybetti. İnsanlar birbirine ulaşamadı. İletişim çöktü bu ülkede. İletişimin sürdürülebilirliğine dair bile bir planımız yokmuş. Ne acıdır ki bir baz istasyonunu bile doğru konumlandıramadığımızı gördük.
Afetlerle yaşam kültürünü, afetlere hazırlık bilincini artık oluşturmak zorundayız. Kitabi bilgileri, kimsenin okumayacağı sayfa sayfa raporları bırakmalı, gerçekçi ve pratik çözümler üretmeliyiz.
23 yıldır aynı hükümet yönetiyor bu ülkeyi. 23 yıl beklediler, tam 23 yıl sonra afet yönetimi kavramını, depremi ve kentsel dönüşümü hatırladılar.
Dere yataklarına, vadilere imar izinleri verildi. İmar barışı adı altında, binlerce kaçak yapı, eskimiş yapı ruhsata kavuştu. Depreme karşı kamunun elini, kolunu bağlayan uygulamalardan birisi de İmar Barışı adı altında çıkartılan İmar Aflarıdır. Onlar barışabilir ancak olası bir deprem bu yapılarla barışmaz.
Ülkemiz plansız büyümeye kurban edildi. Deprem, sadece binaları değil, tüm hayatımızı altüst edecek.
Bu yüzdendir ki tüm işlerimizde önceliğimiz yönettiğimiz kentleri, her türlü afete hazır hale getirmek, daha dayanıklı, dirençli bir kente dönüştürmek oldu.
25 yıllık hormonlu büyüme döneminde, çevre varlıkları ve tarım arazilerinin büyük bir kısmı plansız gelişme ve bilinçsiz kentsel yayılmanın bir sonucu olarak israf edilmiştir. Yerleşik nüfusun kalabalık olması bir marifet değildir. Asıl marifet, İstanbul'u göç etme nedenlerini ortadan kaldırabilmektir. İşte marifet bu, asıl çılgın proje bu.
Her 5 kişiden biri İstanbul'da yaşıyor. Hepimiz biliyoruz ki, bugün kullandığımız kaynaklar sonsuz değil. Çok önemli çevre sorunlarıyla karşı karşıyayken, bu ülkenin ihtiyacı olan doğru mekânsal planlamadır. Mekânsal planlama aslında toprağın, suyun, havanın, velhasıl hayatın kullanma rehberidir.
Bize armağan olarak sunulmuş bir hayatı yaşıyoruz. Her şey para değildir. Bu hayatta paradan daha değerli iki şey var:
Zaman ve Toprak.
İkisi de hep azalır, hiç çoğalmaz. Bu ikisinin kaybına yol açacak projeler yapmak akıl kârı değildir. Bir kentin nüfusu, ortalamanın çok üzerinde artıyorsa bu bir hastalık belirtisidir. Doğru teşhis ve planlama araçlarıyla etkin bir tedaviye ihtiyacı vardır. Yeni bir yerel yönetim felsefesi mümkündür.
Şehir sahnesi, şehrin yaşam senaryosuyla devamlı çatışma halindedir. Bazen şehri müdahalelerle biz değiştiririz. Bazen de şehrin fiziksel durumu toplumu değiştirir. Bu, adı konulmamış gizli bir anlaşma gibidir.
Bugün kentlerde yaşayan insanlarımızın can güvenliğini bile sağlayamadık. Yeterince tedbir alınmadığı için insanlarımız yaşamlarını kaybetti ve her an kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
Bir düşünün, İstanbul'un son 50 yılda kayıtlı nüfusu 14 kat arttı. 2036 yılında 25 milyonu bulması bekleniyor. İstanbul'un hem fiziki hem de psikolojik direncini artırmak zorundayız.
İstanbul'umuzun mevcut ve olası; deprem ve sel gibi akut şokları, trafik, işsizlik, yoksulluk ve yetersiz altyapı gibi kronik stresleri var. Burada önemli olan, kentin bunların üstesinden gelip ayakta kalabilecek kadar dayanıklı ve dirençli olmasıdır.
Göreve geldiğim ilk günden itibaren, dayanıklı bir kent inşa etmenin şart olduğunu ve bunun en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir plandan ve o plana sadık kalmaktan geçtiğini söyleyebilirim.
Bizim için dirençli kent; Beylikdüzü'nde yaşayan 7'den 70'e her bir komşumuzun kendini her açıdan güçlü ve güvende hissetmesidir.
Şehirleri afetlerden korumak hepimizin işidir.
Afet riskini azaltma sorumluluğu devleti yönetenlerde olsa da, özellikle son yıllarda yaşanan afetler; yerel yönetimlerin, yani bizlerin afet yönetiminde kritik bir role sahip olduğumuzu açıkça ortaya koymuştur. Dolayısıyla yerel yönetimlerin bu alanda güçlendirilmesi gerekir. Şehir plancısı bir belediye başkanı olarak yönettiğim yer olan Beylikdüzü'nü her açıdan, her türlü olumsuz duruma karşı hazır, dayanıklı ve esnek bir kent haline getirmek için çalıştım.
Genellikle, idareler afet öncesinde sakınım çalışmalarına kaynak ayırmayıp, afet sonrası için tüm kaynakları seferber eder. İşte problemin tam olarak başladığı nokta burasıdır. Her zaman fikirlerinden ilham aldığım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Felaketler başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır” sözü kulaklarımıza küpe olmalıdır. Afet, politika, dirayet, akıllılık… Dirayetli toplum olmak mecburiyetindeyiz. İşte bütün mesele bu. Afetlerle yaşamasını öğrenmek zorundayız. Tehlikeleri en az kayıpla atlatabilme becerisini ve kültürünü geliştirmek zorundayız.
Şayet afetlere hazırlanmazsanız; yapmadıklarınızdan dolayı ‘Afet Ertesi Kılıf’ ararsınız. Afet sonrasında da avunursunuz.
Beylikdüzü Aklıyla Beylikdüzü Afet Yönetim Modeli’ni hayata geçirdik. Afeti üç aşamayla ele aldık ve bu üç aşamaya göre hazırlıklarımızın büyük bir kısmını yaptık.
AFET ÖNCESİ - AFET ANI - AFET SONRASI
İlk olarak, tüm eğitimlerimizi, seminerlerimizi, arama-kurtarma tatbikatlarımızı ve afet öncesi hazırlık çalışmalarımızı yürüttüğümüz, Beylikdüzü Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi’ni hizmete açtık. Sonra, Afet Anı Koordinasyon ve Lojistik Merkezi ve Beylikdüzü Mutfak’ı hizmete aldık. Lojistik ve barınma ihtiyaçları için, Afet Sonrası Lojistik Destek Merkezi ve Geçici Barınma Alanı tesisini de hayata geçirdik.
Biz biliyoruz ki afetler ve felaketler erdemlerimizi göstermemiz gereken en önemli zamanlardır. Toplum olarak en büyük erdemimiz dayanışma ve paylaşmaktır.
Tüm bu hazırlıklar, bize ülkemizin herhangi bir yerinde yaşanan afet anında, çok hızlı bir şekilde destek olabilme imkanı sağladı. Elazığ depremi, İzmir depremi, Kastamonu sel felaketi, Muğla - Antalya - Hatay - Çanakkale orman yangınları ve son olarak 6 Şubat Depremi...
Hatay’da yaklaşık 3500 insanımıza hizmet eden, çocuk yaşam alanı, lojistik merkezi ve aş eviyle tam donanımlı bir çadır kent kurduk. Beylikdüzü, dayanışma kültürü sayesinde Milletiyle Tek Yürek oldu.
Hatay tecrübesi bize şunu gösterdi: Kenti yönetenler AFETZEDE olabilir. Yaşadıkları travmanın etkisiyle artık kenti yönetemez hale gelebilirler. Bu durumu göz ardı etmeden, önlem almamız gerektiğini düşündük. Hazırlıklarımız sayesinde bizler olmasak da kentlerimiz rahatlıkla yönetilebilmeli.
“Dirençli Kent Beylikdüzü” çalışmalarımızın sadece Beylikdüzü’ne değil, ülkemize kazandırdığımız yeni bir çözüm “Beylikdüzü Afet ve Acil Durum Müdahale İstasyonu”nu 10 mahallemize yerleştirdik. Beylikdüzü Afet ve Acil Durum Müdahale İstasyonu'nda enkaza müdahale edilebilecek her türlü ekipmanın olduğu, her türlü insani ihtiyacın karşılanabileceği bir istasyon. Bu kenti yönetecek, desteği ve yardımı organize edebilecek, her bir komşumuzun yanında olabilecek bir model kurguladık. Her bir istasyon, afet durumunda, yardıma gelecek ekiplerin her türlü ihtiyacını karşılayacak ve çok hızlı bir şekilde bölgeyi tanımalarını sağlayacak.
Ayrıca olası afetlerde, kentlerimize karşılıklı destek ve yardım koordinasyonu için Nefes Birliği oluşturduk.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur” sözünü yeniden hatırlatarak sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Kendi kendine yeten, afetlere dirençli bir kent için; hiç kimseyi dışarıda bırakmadan, tüm komşularımıza kulak vererek çalışmaya devam edeceğiz.