Harun Karadeniz 1942’de doğduğu Alucra’da, henüz lisedeyken tanışmış mücadele ile. Hal böyle olunca da 1962’de inşaat mühendisliği öğrencisi olarak girdiği İTÜ’de öğrenci birliği başkanlığına seçilmesi zor olmamıştı. Gençlerin duyarlılığının dorukta olduğu yıllardı...
İTÜ Öğrenci Birliği başkanı olur olmaz, Türkiye’nin bağımsızlığından eğitimin demokratikleştirilmesine; özel okulların kamulaştırılmasından rektör ve dekanların seçimle işbaşına gelmesine kadar pek çok alanda kampanyalar yürütmüş; katılımcılığa vurgu yapmıştı. 1968’de özel okullar devletleştirilsin kampanyasına öncülük etmiş; aynı yıl, 30 Ekim 1968’de yapılan “Siyasal İktidarı Ata’ya ve Halka Şikâyet” yürüyüşüne destek olmuştu.
OLAYLI YILLARIN KAHRAMAN GENÇLİĞİ
Onun öncülük ettiği eylemlerin en çarpıcı olanı, “NATO’ya Hayır” haftasıdır. 14 Mayıs 1968’de başlayan ve 17 örgütün destek verdiği kampanya sırasında dile getirdiği görüşler, halen geçerliliğini korumaktadır: “Yozlaşmış 19 Mayıslara karşıyız. 19 Mayıs’ta gençliğin görevi, stadyumlarda spor yapmak değil, Nato’ya hayır demektir. 19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal’in sömürgenleri Anadolu’dan kovmak için Samsun’a ayak bastığı gündür. Sömürgenlere karşı Anadolu halkının savaşa başladığı bugün, gençlik tıpkı 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi sömürgenleri Anadolu’dan kovmak için savaşa başlamaktadır.”
Küresel güçlerin coğrafyamıza ilişkin planlarının parçası olarak İstanbul’a gelen 6. Filo’ya karşıdevrimci gençliğin direncini örgütlemiş; 9 Eylül 1922’yi hatırlatırcasına, Amerikan askerlerini denize dökenlerin arasında yerini almıştı. O eylem sırasında Türk askeriyle karşı karşıya gelmelerini şöyle yorumlamıştı: “Biz Türk ordusuyla ve halk çocuğu Mehmetçikle çatışmak istemiyoruz. Biz Mehmetçiğin emperyalist askerleri değil, Türk halkının çıkarlarını beklemesini savunuruz.”
6. Filo’nun limana girmesine tepki olarak, yanlarında getirdikleri üç Türk bayrağını direğe yarım çekmişlerdi. Bu kez söz yerine eylem ile “Bağımsız Türkiye” demiş oluyorlardı. Tutuklanıp, yargılanmıştı. Savunmasında, “Kapitalizm bu memleketi kalkındıramaz dediğim için yargılanıyorum” demişti. Tutukluyken hastalığı ilerlemiş; tahliyesini istemişti. Her şey apaçık ortadayken, tıpkı Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ı tahliye etmedikleri gibi, Harun Karadeniz’i de etmemişlerdi.
Tahliye olduktan sonra yakalandığı çağın illeti hastalığı daha da ilerlemişti; tedavisi için yurtdışına gitmesi şarttı. Mahkemeler, “sakıncası yoktur”; sağlık heyeti, “tedavisinin yurtdışında yapılması zorunludur” demesine rağmen pasaport alamamış; tedavi hakkını kullanmasına engel çıkartılmıştı.
KUŞATILMIŞ ZİHİNLER
Dönemin TMMOB Başkanı Teoman Öztürk ve İMO Başkanı İzzettin Silier, başbakana ve cumhurbaşkanına çektikleri telgrafta izin verilmesi çağrısında bulunmuşlardı. İzin, CHP’nin yüzde 33 oy oranıyla birinci olduğu 14 Ekim 1973 seçimleri sonrasında ancak verilebilmişti. Gecikilmişti; gecikme, kolunun kesilmesine neden olmuştu. Hastalığı devam ederken Cumhuriyet gazetesi için daha sonra kitap haline getirilen “Olaylı Yıllar ve Gençlik” başlıklı yazı dizisi hazırlamıştı. Yazı dizisi bitmeden, yakalandığı kanser illeti henüz 33 yaşında onu bizden almıştı. Tarih, 15 Ağustos 1975’ti; gideli 50 yıl olmuş.
Kuşkusuz, tarihimizin kaydettiği bütün devrimciler gibi sıra dışı bir gençti. Şiddete karşı, “kaleme el atarak devrimci olmak”tı ilkesi. Herkesin elde silah dolaştığı “70”li yıllarda, kapitalizmi tahkim eden ideolojik hegemonyanın kırılması için mücadelenin şart olduğuna dikkat çeken otuzlu yaşlarında bir gençti. “Dindar, masum ve bilinçsiz” halk kitlelerinin “kuşatılmış” zihinlerinde devrim yapabilmeleri için onların “dili”ne gereksinim duyulduğuna dikkat çeken sıra dışı bir devrimciydi.
En ünlüsü, “Olaylı Yıllar ve Gençlik” olan altı kitabına rağmen sesini, yeterince duyuramadıklarımızdan biridir Harun Karadeniz. Refik Durbaş, onun ölümünden sonra yazmıştı şu dizeleri:
“...ışıklar içinde yüzün/ yüreğinde tarifsiz bir telaş/ sabah, vardiyasız bir dokuma tezgâhında/ öğle, bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle dalga dalga/ akşam, nöbetini tutuyorsun bir grev çadırında onurun rüzgâr tanıyor seni, bulut tanıyor/ elini uzatıyorsun bir dağ yamacında, bir kolun kesik...”
Anısına ve mücadelesine saygıyla.
Yazar Yüksel Işık