“Devletler arasındaki çıkarları uzlaştırma sanatı” olarak tarif edilen diplomasiyle ülkelerarası diyalogun yapılandırılmasında; bir devletin kimi, nereye, ne zaman gönderdiği son derece önemlidir. Ne var ki bir büyükelçi devletler arası ilişkileri doğrudan kurgulamasa bile onu gönderen devletin merkez politikasının yansıtma odağıdır. O nedenle bir diplomatın görevlendirildiği ülkede yaptıkları, söyledikleri; temsil ettiği ülkenin iktidarının diğer ülkeye bakışı olarak değerlendirilir. Büyükelçiliklere “misyon” denmesinin nedeni de tam olarak budur. Bu durumda büyükelçiler de onları gönderen siyasi iradenin politik misyonerleridir.
“Göster bana büyükelçini, söyleyeyim sana kim olduğunu” demek bu nedenle abartılı bir yorum sayılmaz.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Büyükelçisi Thomas Barrack’a yükselen tepkilerin temeli de bu görev ve görevliye yüklenen geleneksel anlamdan kaynaklıdır.
DİPLOMATA YENİ BİR KARTVİZİT: CEO
Devletlerarası ilişkilerin elçiler marifetiyle yürütülmesi anlamını taşıyan diplomasi sanatının yapıcıları olan diplomatlar, bu kıdemli mesleğin nasıl uygulanacağını öğrendikleri özenli bir eğitim sürecinden geçirilirler. Elbette diplomasi yalnızca büyükelçilikler aracılığıyla sürdürülmez. Kimi zaman ülkesinin çıkarlarını korumak zorunda olan başkanlar, kabine üyeleri ya da özel görevli temsilciler de bu görevle anılabilirler. Yine de diplomaside aslolan devletini dışarıdaki politikasıyla ve kollarıyla temsil eden, bunun için özel bir eğitim sürecinden geçirilmiş büyükelçilerdir. Ancak şimdilerde çokça tartışıldığı üzere, diplomasi sanatını ve içermesi gereken bilgeliği taşımayan bir ABD büyükelçisinin profilinde, diplomasinin nasıl bir enkaz halini alabildiğini izliyoruz.
Öyle ki diplomatik yeterlikleri taşımaması bir yana, “milyarder bir iş insanı” küstahlığıyla ülkelere, uluslara, halklara ve genel olarak tarihin birikimine sığ söylemleriyle yaklaşan, tüm kariyeri sadece “zenginleşmek” üzerine kurulu birinin çok hassas bir dönemde, birçok cephede savaş yaşanan bir bölgeye, hem de en kıdemli, en dirençli ülkeye, sömürgecileri söküp atmış Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne ABD büyükelçisi olarak gönderilmesi tarihin kırılmalarından biridir.
ULUSAL YAPILARI YEMEYE HAZIR
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Thomas Barrack, bütün teamüllerin aksine bir diplomat değildir; profili, milyarder iş insanı ABD Başkanı Trump’a ve yönetimine çok uygun düşen bir başka milyarderdir. 90’ların başında kurduğu yatırım şirketinin CEO’su olarak en büyük sıçrayışlarını iflas bayrağını çekmek üzere olan şirketleri ucuza alıp satmasıyla yapan; ekonomik kriz yaşayanların taşınmaz mallarını olabilecek en düşük fiyatlarla kapatıp onları çok büyük kârlarla satan fırsatçı bir iş insanıdır. Yani zor durumda kalanların ipoteklerini, kelepirlerini takip eder, onları toplar; sonra da piyasa şartlarında çıkarlarını en üst seviyeye çıkararak satar ve ciddi bir servet edinir. Bunların yanı sıra büyük otel zincirlerinden, AVM’lere, gökdelenlerden, casino zincirlerine, lojistik merkezlerinden Hollywood’daki büyük film şirketlerine, hemen bütün devasa alım satım, finans ortaklığı işlerinde boy gösterir.
Lübnan kökenli aile geçmişinden de epeyce yararlanır, bunu Ortadoğu’daki kişisel çıkarları için kullanmaktan da çekinmemiştir. Başta BAE olmak üzere Kuveyt, Katar ve pek tabii Suudi Arabistan ile olan bağları “Körfez varlık fonları”ndaki kazanımlarıyla taçlanır. Ne var ki bu çıkar ilişkileri nedeniyle ABD’de sonunda beraat ettiği bir ajanlık suçlamasıyla bile karşı karşıya kalır.
Şimdilerde ise şirketini, dijital çağa uygun olarak bir teknoloji ve alt yapı devine dönüştürdü. Artık gelenekselleştirdiği yöntemlerle taşınmaz mal alım satımı yapmıyor; bunun yerine; fiber optik ağlardan veri merkezlerine, bulut altyapı tesislerinden GSM sistemlerine uzanan geniş bir yelpazede, teknoloji altyapı şirketleriyle ve fonlarıyla ilgileniyor.
Özetle; Trump’ın seçim kampanyasında ona fonlar akıtan yakın dostu Barrack’ın, mevcut ABD yönetiminin Ortadoğu’yu nasıl değerlendirmek istediğini özetlememizi kolaylaştıran ve bizleri hiç de şaşırtmayan bir kariyeri var ülkemize gönderdiği sözde büyükelçinin.
Her şeyi “sermaye, finans ve kazanma” olarak algılayan ve tasarlayan Barrack için “ülkeler” değil, şirketler var; “uluslar” değil, “tüketici”ler var; sadece o devletin yurttaşlarına ait olması gereken “doğal zenginlikler” yok, “sömürülecek kaynaklar” var.
Buna karşılık, önce kendi çıkarlarını gözetmek zorunda olan ulus devletler onun küresel çıkarlarıyla çatışma halinde. Elde etmek istediği “sınırsızlık” için ulus devletleri ortadan kaldırmayı istemesi de bu yüzden. Bu engellemelerle karşılaşan geleneksel sömürgeci ruhu ve arzuları onu; önüne çıkan ulusal yapıları yemeye hazır bir canavara, değiştirilmiş bir diplomata dönüştürüyor.
Diplomasi eğitimi almamış, bir biçimde “devlet adamlığı ve diplomasi zarafeti” taşımaktan yoksun bu “istenmeyen” büyükelçi, gerçekte diğerlerini “yutmaya alışmış” ve servetini bu yolla yapmış bir CEO. En hafif deyişle, çokuluslu bir şirketin uzaklardaki ofisine atadığı bir yönetici gibi davranması bundan. Nasıl ki kendi kariyerinde başka şirketleri yiyerek büyümeyi hedeflemişse şimdi de aynı bakışla ulus devletleri yok ederek kendi büyüğü olan ABD bünyesinde Ortadoğu’yu yeniden çizmeye çalışıyor. Tüm bunları paranın da güvencesi olacak büyük İsrail’i gerçekleştirmek için tasarlıyor.
Dünyayı “küresel bir şirket”, ulusdevletleri de yutulması gereken şirketler olarak gören, diplomasi geleneğinden uzak bu ‘tek dişi kalmış’ büyükelçiye ona uygun bir tanımdır Barrack-us.
SAYISIZ KUMPASLAR
Şimdi bu Barrack-us, eşyanın doğasına uygun olarak bağımsızlık yolunda verdiği mücadeleyle, kazandığı hak ve özgürlüklerle işgal altında ve sömürülen bütün uluslara ilham veren Türkiye Cumhuriyeti’ni, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal direnişi başlattığı 1919’u hedef alıyor:
“1919’dan beri ulus devletler tarafından engellenmiş durumdayız. Her devletin farklı bir hükümet türü tarafından yönetilmesi fikri pek iyi işlemedi” deme cüretini, hadsizliğini, küstahlığını gösteriyor ve enerji kaynaklarına rahat ulaşamadıkları için sitemde bulunuyor.
Aslında bu korkunç ifadeler, neden bu topraklarda Atatürk düşmanlığının hortlatılmaya, olmayan sorunlarla “bölücülük” yapılmaya çalışıldığının, PKK’nin neden ve nasıl ortaya çıktığının itirafıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal-üniter yapısını yok etmek üzere FETÖ’cülerin Türklerin ünlü destanı Ergenekon’a atıfla Türk ordusuna kurduğu sayısız kumpasın açıklamasıdır.
Barrack-us ve türevleri ulusal devletleri ısırarak parçalamak isterken, bugün her zamankinden uyanık olunmalıdır. Kolayca yutabilmek için bizleri küçük parçalara ayırmak isteyen Barrack-us’un 1919’dan beri bilenmiş dişleri birliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyarak kırılmalıdır.
Çılgın Türkler’in tarihi kendisine bir daha anımsatılmalıdır.
Dr. Çiğdem Bayraktar Ör