Türkiye’nin ekonomi, siyaset, laiklik, yargı, adalet, eğitim, sağlık gibi alanlardaki sorunlarına ek olarak, bir sahte üniversite diploması krizi de patlak verdi!
Üniversite diplomasının olmadığı iddialarına maruz kalanların “cumhurbaşkanı” olarak görev yapabildiği, ancak üniversite diploması olan muhalefetteki bir cumhurbaşkanı adayının, adaylığının engellenmesi amacıyla üniversite diplomasının hukuka aykırı biçimde iptal edildiği bir ülkede, buna da şaşırmamak gerekir.
Sahte üniversite diploması skandalı, liyakat yoksunu liyakat düşmanlarının ve cehaletin Türkiye’de egemen olmasının sonucudur.
Liyakatsizlik bazı insanları ahlaksızlığa, dolandırıcılığa, sahtekârlığa da yönlendiriyor. Liyakat sahibi olmayanlar, liyakat gerektiren makamlara ve mevkilere, bu yollarla da ulaşmaya çalışıyorlar.
Çapları yetersiz olan bu insanlar makamları ve mevkileri ele geçirdikten sonra da, bu makamları ve mevkileri, kişisel çıkar sağlamak amacıyla, despotik bir düzen kurarak, korumaya çalışıyorlar.
Bu kişilerde utanma duygusu da olmadığı için, istifa etmiyorlar, pişkin ve yüzsüz biçimde o makamları ve mevkileri işgal etmeye devam ediyorlar.
***
Liyakat sahibi olmadan makam ve mevki sahibi olanların bazıları, liyakat ölçütlerine meydan okudukları gibi, iktidarda kalmak için, muhalefetteki liyakat sahibi siyasetçileri, belediye başkanlarını, milletvekillerini, bürokratları, akademisyenleri, uzmanları, iş insanlarını, gazetecileri, yazarları hapishaneye atarak despotizmlerini pekiştiriyorlar.
12 Eylül 1980 askeri darbe yönetiminde bile bu kadar uzun süreli bir despotizm yaşanmamıştı. Darbe yapan askerler, yönetime geçici bir süre için el koyduklarını ve seçimlerin ne zaman yapılacağına dair bir takvim açıklamışlardı; bu sözlerinde de durarak, üç yıl sonra yönetimi sivillere devretmişlerdi.
2007 yılından itibaren sivil darbe sürecini başlatan ve anayasal düzeni yıkan AKP’li sivil siyasetçiler ise, “cumhurbaşkanı” yaşadığı sürece iktidarı devretmeyeceklerini, muhalefetin çıkartacağı diğer cumhurbaşkanı adaylarının da hapishanede “telef olacağını” açıkladılar!
***
Gerçekler böyleyken, AKP’nin, MHP’nin, DEM’in öncülüğünde, halkın yapay gündemlerle oyalanması amacıyla, TBMM’de, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” adlı bir komisyon kuruldu!
AKP’nin, anti-milli ve ümmetçi bir zihniyetle, Türkiye’deki dayanışmayı, kardeşliği ve demokrasiyi ortadan kaldırdığı gerçeği dikkate alınacak olursa, bu komisyon ancak bir fıkranın veya bir komedi filmin konusu olabilir!
Türkiye’nin kurucu, ana muhalefet, birinci partisi CHP’nin bu komisyonda figüran gibi yer alması da, bu komedi filmini trajediye dönüştüren ana unsurdur!
Komisyon bu hafta ilk toplantısını yaparak oybirliğiyle, yani CHP’lilerin de oyuyla, usul ve çalışma yöntemleri konusundaki kararlarını aldı. Bu kararlara göre yasa tasarısı tekliflerini kabul etmek için beşte üç, diğer kararlar için salt çoğunluk yeterli olacak!
Bu durumda komisyonda temsil edilen AKP’nin, MHP’nin, DEM’in, YYP’nin, YRP’nin, HÜDA-PAR’ın, başka bir deyişle Türkiye’nin üniter ve/veya laik yapısıyla sorunu olan siyasi partilerin istekleri doğrultusunda kararlar kolayca alınacak!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “nitelikli çoğunluktan” kast ettiği buysa, bu ancak, Özel’in niteliksiz yaklaşımıyla açıklanabilir!
Ayrıca komisyonda, gerektiğinde bazı toplantıların medyaya ve kamuoyuna kapalı gerçekleşmesi kararı da alındı! Oysa Özel komisyon toplantılarının şeffaf ve kamuoyuna açık biçimde gerçekleşmesi gerektiğini savunuyordu!
Böylece Özel çelişkilerine bir yenisini daha ekledi!
Özel’in, Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz “yargılanması” ve/veya CHP “davalarının” düşürülmesi karşılığında taviz verdiği iddiaları doğru ise, bu da, İmamoğlu’nun çıkar ve pazarlık amacıyla siyasi bir rehine olarak “tutuklandığının” ve AKP’nin bir “Escobar” düzeni kurduğunun kabul edilmesi ve Özel’in bu düzene teslim olduğu anlamına gelir!
Anlaşılan, CHP’de de bir liyakat sorunu yaşanıyor!