Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet: Yeni gün, yeni söz

08 Mart 2015 Pazar

DİRENMEYE, ÖRGÜTLENMEYE, BİR GÜÇ OLUŞTURMAYA İHTİYACIMIZ VAR AMA BUNUN İÇİN ÖNCELİKLE BİR ŞEY GEREKİYOR. BİR CÜMLE! NE DİYECEĞİZ?

“Kurum” diye adlandırılabilen her yapı biraz da hakkındaki bitmez tükenmez şikâyetlerdir. Türkiye Cumhuriyeti, doksan iki yıldır rakı sofralarında kurulan “Ne olacak bu memleketin hali!” cümlesidir biraz. Cumhuriyet Halk Partisi bir o kadar yıldır süren “Bu parti adam olmaz arkadaş!” derdidir bir parça.
Cumhuriyet gazetesi de 1924’ten beri “Gazete artık eskisi gibi değil!” söylenmesidir az buçuk. Fakat öyle olur böyle olur, kurum devam eder. İçine girenler onu değiştirirken, kurum kapıdan girenlere kendi biçimini verir.
Her şeye rağmen yuvarlanıp gitme, gelgitten sonra ayakta kalabilme gücüne kurum denir.
Bu yüzdendir zaten; düşenler düşer, kalan sağlar bizimdir. Bu son cümlenin içi -Ah! Ah!- aslında bir kırık kalpler mezarlığıdır...

Yeni söz
Türkiye için ise bu gazete...
Hepimiz biliyoruz ki bir çılgınlık zamanından geçiyoruz. Ülkeyi delilik yönetiyor.
Bütün kavramların birbirine girdiği, değerler sisteminin altüst olduğu, “Belki de birileri bizi delirtmeye çalışıyor” diye düşünecek kadar şaşkınlaştığımız bir zaman.
Propaganda filmlerinin zorla izlettirildiği bir dönem bu, “tehlikenin farkındayız” artık hepimiz.
Bu durumdan nasıl çıkacağımıza dair bir fikrimiz var elbette ama bunun nasıl olacağı konusu epey karışık. “Mülkü” devam ettirebilecek kadar bile asgari adaletin tesisi için siyasal ve yargısal yollar bunca tıkanmışken sokakta olacaklardan korkuyoruz.
Direnmeye, örgütlenmeye, bir güç oluşturmaya ihtiyacımız var ama bunun için öncelikle bir şey gerekiyor. Bir cümle! Ne diyeceğiz? Evet, her şeyden önce söz olması gerekiyor.
Bu sözü üretmek, toplumda oluşan duyguyu, düşünceyi bir cümleye dönüştürebilmek için söz işçilerinin çalışması gerekiyor.
“Yeni günü” yeniden oluşturmak için önce yeni söz lazım bize.

Nasıl demeli?
Kurum, yeninin eskiyi dönüştürmeye çalıştığı bir devinimdir. Yeterince iyiysen, yeterince dirayetliysen ve ortaya koyacakların zamanın ihtiyacını karşılıyorsa kurumda bir iz bırakabilirsin.
Fakat her yenide eskinin derin bir izi vardır. Bu sebepten, bana sorarsanız, Cumhuriyet’in yeni cümlesi, eski ile yeninin mümkün olan en mükemmel birleşimi olacak. Eskide olan kıymetli ile yenide olan tazelik birleşecek. Bana sorarsanız yeni Cumhuriyet, Gezi’de gençlerin etrafına el ele zincir kuran “Cumhuriyetçi teyzelere” benzeyecek:
“Bize güvenin!”
Kâğıttan bayrağını biber gazına karşı sallayan ulusalcı amcayı elinden tutup kurtarmaya çalışan Kürt genci gibi olacak:
“Çıkacağız buradan, merak etme!” Anti-kapitalist Müslüman genç, kadınların gözlerine Talcidli su sıkan komünist gençler gibi olacak: “Geçecek! Az kaldı. Ha gayret!”
Böyle olacak diyorsam, böyle olsun diye yani. Yeni söz hep beraber olsun, kalabalık bir sofra gibi, eksilterek değil çoğalarak. Kimse doymadan kalkmasın, söz de ekmek gibi paylaştıkça artsın. Nâzım Hikmet’in şiirin sonunda uyaksız olsa da söylemeyi tercih ettiği gibi:
“İnsanlara inanmalıyız.”

Bi’ ekmek, bi’ Cumhuriyet
Türkiye Cumhuriyeti bir kurum. En çok sevenin bile şikâyeti çoktur. Zira başından beri dertli bir kurumdur.
Ama işte -İbn Haldun’a selamla- coğrafyamızın kaderi de budur. Bizim için, bu ülkede doğmuş, kaderi bu coğrafya olanlar için şimdi tek çıkış yolu söyleyecek yeni sözünü bulabilmektir.
Şimdi bize o sözü haddeden geçirip söyleyenler lazımdır. İç rahatlığıyla, hiç şüphe duymadan sabahları “Bi’ ekmek bi’ Cumhuriyet” deyip yola revan olmak kim bilir hepimize ne iyi gelecektir.
Sözünü dimdik, tereddütsüz söylemek kim bilir ne büyük bahtiyarlıktır.
Bu söze, bizi çoğaltan ve güçlendiren bu söze tez zamanda kavuşmak dileğiyle. Yolumuz açık olsun...  

ECE TEMELKURAN Gazeteci Yazar

 

-

 

Münferit Değil Erkek Şiddeti!

8 Mart’tan geriye bakınca sanırım hepimizin aklına bolca erkek şiddeti ve bu şiddeti hem söylemleri, hem izledikleri politikalarla azdıran AKP gelir. İstanbul Feminist Kolektif, “Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız” kampanyasına, her gün 3 kadının öldürüldüğünü söyleyerek başlamıştı. Şimdi rakamların kifayetsiz kaldığı bir aşamadayız. Cinayet değil, apaçık kadın katliamı söz konusu.

Sistematik bir saldırı ile karşı karşıyayız
Oysa Özgecan’ın katliamından sonra bile, bu katliamın “münferit” olduğu söylendi. Zaten “kutsal ailemizin” bakanı Ayşenur İslam’a göre erkek şiddetinin nedeni eğitimsizlik, cinsel sapıklık, canilik! Günde 5 kadın öldürülüyorsa, artık münferitlikten söz edilebilir mi? Tüm bu sayılar, sistematik bir saldırı ile karşı karşıya kaldığımızı göstermiyor mu?

Erkek şiddetinin nedeni
Erkek şiddetinin kökeninde patriyarka/erkek egemen sistem ve erkeklerin bundan sağladığı maddi çıkarlar var. Bu nedenle erkeklerin şiddetten vazgeçmesi eğitim eksikliği ya da hormon sorunu değil, olsa olsa ayrıcalıklarının elinden alınması sorunu olabilir.
Nitekim kadın cinayetlerinin aynı nedenden/aynı kökten kaynaklandığını görüyoruz. Bu nedenle tecavüze uğradığı için hamile kalan Kadriye Demirel’i abisi, boşanmak isteyen Ayşe Yılbaş’ı, elinden zorlukla kaçtığı ve uzun zamandır ayrı olduğu “kocası”, devletin misafirhanesine (sığınak) yerleşen Şefika Etik’i, gelip sığınaktan “teslim alan” “kocası” hep aynı düstur nedeniyle öldürüyor; kadınların bedenleri ve hayatları, erkeklere aittir!

AKP erkek şiddetini körüklüyor
Ne giydiğimize, nerede kiminle yaşadığımıza, evlenip evlenmeyeceğimize, çocuk doğurup doğurmayacağımıza, nerde kahkaha atacağımıza dair devamlı konuşan, “kadın erkek eşitliği fıtratımıza ters” diyen AKP, erkek şiddetini körüklüyor. Sadece şiddet değil, kadın düşmanlığı, hükümetin “aile paketi”nden toplu taşımaya hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor.
Bir yandan istihdam politikalarıyla, diğer yandan “kadınlar erkeklere emanettir” söylemleriyle kadınlar evliliğe mahkûm ediliyor. Evlenene, çocuk doğurana altın vererek, evlilik kursları açarak, evlenmeyenlerin sosyal haklarını budayarak, anneliğin bir kadının hayatındaki en önemli kariyer olduğu yönünde açıklamalar yaparak, toplumsal yaşamdaki yerimiz bildiriliyor! Üç, üç de yetmez beş çocuk doğurmayı salık veren Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, bu söylemleri üretenlerin, kadınların konumunu daha da gerilettiğini, üzerimizdeki baskıyı daha da artırdığını habire anlatmak zorunda mıyız? “Kızlı erkekli oturmak” demecinden sonra komşuların “ihbarcı” kesilmesi, kendisine “polislik görevi verilen esnafın” kartopu oynayan Nuh Köklü’yü öldürmesi, bu açıklamaların toplumsal hayatta nasıl karşılık bulduğunu anlatmıyor mu?

126. sıradayız!
Aslında fazla söze hacet yok! Türkiye, kadın-erkek eşitliği sıralamasında son üç yıldır olduğu gibi 134 ülke arasında 126. sırada.
Oysa kadın-erkek eşitliği ile erkek şiddeti arasında doğrudan bir ilişki var. Haklar ve özgürlükler anlamında eşitlik kurulmadan, erkek şiddetini durdurmak bir yana, yavaşlatmak bile mümkün değil.
Biz her şeye ve erkek iktidarın feministlere yönelik saldırılarına rağmen, sokaktaydık, erkek egemenliğine, hükümetin aile politikalarına, taciz ve tecavüze karşı ses çıkardık, çıkarmaya devam ediyoruz.
8 Mart Pazar günü saat 12’de Kadıköy’de kadın mitinginde, 19’da Taksim’de 13. Feminist Gece Yürüyüşü’nde buluşuyoruz. Ancak davetimiz sadece kadınlara ve translara.  

O. MERİÇ EYÜBOĞLU İstanbul Feminist Kolektif



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları