Biz antrenörlerin yaşamında basın toplantıları önemli yer tutar. Hatta bazen basın toplantısında söylenenler, maç sonucunun önüne geçer. Yıllar sonra o maçın skoru değil, bitiminde söylenen birkaç cümle kalır belleklerde...
Yıl 2002, Indianapolis’teyiz. Daha önce NBA oyuncularından kurulu kadrolarla
girdiği bütün büyük turnuvaları şampiyonlukla tamamlamış, hiç yenilgi yüzü görmemiş ABD, o Dünya Şampiyonası’na Kobe,
Shaq, Duncan, Iverson gibi yıldızlar yerine daha mütevazı isimlerden kurulu bir
kadroyla katılmıştı. Yine de favoriydiler tabii... İkinci turda Arjantin’e mağlup olduklarında yer yerinden oynadı. O maçın hemen ardından basın toplantısında koç George Karl, “Bugün basketbol için tarihi
bir gün. Kaybeden takımın başında olduğum için üzüldüm elbette ama dünya
basketbolunun Amerika’yı yakalamış
olmasına da sevindim” dedi. Böylece
onu sorularıyla terletmeyi bekleyen muhabirlerin hevesini kursağında bırakıverdi.
Maradona’nın 1986 Dünya Kupası’nda
söylediği ve neredeyse yarım asırdır akıllardan çıkmayan “O benim değil,
Tanrı’nın eliydi” cümlesi de böyle değil mi?
Bizdeki basın toplantılarında daha değişik bir durum var. Mikrofonu eline alan muhabir anlatıyor da anlatıyor. Gördüğü hataları sıralıyor, şöyle olsa daha iyi olurdu diye yol bile gösteriyor. Ertesi gün gazetede okuyacağımız köşe yazısını bizzat birinci ağızdan dinler gibi oluyoruz. Ben birkaç
defa “Peki soru neydi?” demek durumunda kaldım. Sonra anladım ki, hazır kameralar kayıttayken “değerli” fikirlerini daha fazla kişiye ulaştırma, popüler olma ve
maçın önüne geçme derdinde olan uyanıklar bunlar... Onlar için kendi görüşleri, oyunu yaşayan sporcu ve antrenörlerin söyleyeceklerinden daha önemli!
Doğru sorular her zaman samimi cevapları hak eder. Çoğu antrenör henüz teri bile kurumamış da olsa, kaybettiği bir maçtan sonra bile sağlıklı ve objektif değerlendirmelerle sporseverlere gerçeği anlatmaya çalışır. Yeter ki gelen sorular hakem kararlarıyla ilgili olmasın... Medya, kaybeden tarafa hakem düdüklerine sığınma fırsatı verirse, onun kendi hatalarına odaklanıp ders çıkarma ve bir sonraki maçta daha iyi olma şansını elinden alır. Böyle olunca klişeleşmiş cümleler ortaya çıkar. Rakibin hakeme ihtiyacı yoktu! Merkez hakem komitesini daha dikkatli olmaya çağırıyoruz! Kulübümüzün hakkını yedirmeyiz. Daha da ileri giderek hakemin soy ağacı bile gündeme gelir.
Kendine taraftar (!) yorumcuların sayısı
artıp, oyunun gerçek hikâyesini anlatanlar
kenara itildikçe, basın toplantılarından öğrendiklerimiz de azaldı maalesef...