10 Ekim 2005 günü Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında şu satırlar yazılıdır:
“Bilmem söylemiş miydim, benim sicilimde bir enfarktüs sabıkası vardır; (...) görüşlerine başvurduğum dört farklı hekimin dördü de üzerimdeki yükü hafifletmemin bir ‘sağlık mecburiyeti’ olduğunu belirtti; dediklerine göre, iki yayınevi, bir gazete ve bir televizyondaki yoğun çalışmayı kaldıramazmışım. Cumhuriyet’teki yıllarım, meslek hayatımın en hareketli, en renkli, en bereketli yılları oldu. Her şey -bilhassa tahammülünüz ve sabrınız- için hepinize teşekkür ederim. İyi haftalar...”
Evet, bir veda yazısıdır bu:
Ertesi gün ise gazetemizin ilk sayfasında son veda haberi düşer:
“An geldi Attila İlhan veda etti”
“Türk edebiyatının usta ismi, yazarımız Attilâ İlhan (80) kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.”

ÖLÜMÜNE DAİR...
Taziye mesajlarında hep aynı acı vardır. Bilgi Yayınevi’nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü “Dostum Türk düşün hayatının yalnız şövalyesi Attilâ İlhan’ı kaybettim. Acısı büyük” derken son yayıncısı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ise “Güle güle kaptan” ifadesiyle onu uğurlar.
İlhan’ın ardından Cumhuriyet gazetesinde sevenlerine söz verilir. Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan’ın çalışkanlığına vurgu yaparken, Arif Damar “o benim gençlik arkadaşımdı”, İlhan Berk “Attilâ İlhan benim için bir fenomendi”, Selim İleri, “İlhan beni adeta elimden tutup yazar yapan kişiydi” cümlesini kurar. Ahmet Oktay ise antiemperyalist, antikapitalist ve Atatürkçü ilkeler doğrultusunda bir sentez arayışını arayan bir aydın olduğunu vurgular.
ŞİİRE YÖNELİŞİ
İlhan, şiire yönelişinde divan şiirine meraklı babasının tesiri olduğunu ve bu sevgiyi aşıladığını anlatır. İlk edebi ürünleri ise 1940’ların başlarında ortaya çıkar. 1941 senesinde Yeni Edebiyat dergisinde Balıkçı Türküsü adlı şiiri yayımlanır. 1946 senesinde ise CHP’nin açtığı şiir yarışmasında ‘Cebbaroğlu Mehemmed’ şiiriyle ikinciliği kazanır. Aynı yarışmada Tarancı birinci, Dağlarca üçüncülük ödülüne layık görülürken Işık Lisesi son sınıf öğrencisi İlhan’ın bu başarısı edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırır.
VE ATTİLÂ İLHAN’IN ŞEHİRLERİ
Şehirler vardır onun hayatında: Ataol Behramoğlu vefatının ardından “Attilâ İlhan’sız İzmir İzmir değil, Attila İlhansız İstanbul öksüzdür ve ben Attila İlhan’sız Paris’i ne yapayım” cümlesini kurar. Öyle ki Sadri Alışık bir röportajında Paris’e defalarca gittiğini ama Attilâ İlhan’ın anlattığı o büyülü Paris’i asla bulamadığını ifade eder. Çünkü o büyülü Paris sadece İlhan’ın şiirlerinde gizlidir ve şehirler sinmiştir dizelerine.
İzmir süsler şiirlerini narin endamıyla ve der ki “941’de izmir/izmir şehrinin ışıkları yanıyor/çıktı şair namzedi attilâ ilhan/çıktı yelken gibi sokaktan”.
Ben Sana Mecburum şiiri İstanbul ve sonbahar kokar: “ağaçlar sonbahara hazırlanıyor/bu şehir o eski İstanbul mudur?/karanlıkta bulutlar parçalanıyor/sokak lambaları birden yanıyor/ kaldırımlarda yağmur kokusu”.
Geziniriz şiirlerinde bir de bakmışız Ankara’dayız, Kavaklıdere Baladları çıkar karşımıza. Usulca seslenir bize karanlıktan: “ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / azıcık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir.”
Ve Paris sokaklarına götürür bizi; Seine Nehri’nin kıyısında oturur, büyülü bir Paris akşamında:
“yine akşam oldu attilâ ilhan/üstelik yalnızsın, sonbaharın yabancısı/belki paris’te maria missakian/ avuçlarında bir çarmıh acısı”.
Orfevre Rıhtımı’nda, Napoli’ye gidecek bir gemiyi bekler, “bir gemi beni afrika’ya götürecek/ ismi bilmiyorum ne olacak/kazablanka’da bir gün kalacağım/sisler bulvarını hatırlayacağım” diyerek Pia’yı yani ulaşılmaz aşkı bulmaya çalışır.
ŞİİRLERİN HİKÂYESİ
Attila İlhan’ı hiç görmemiş ama tanımak isteyen her okurun onu bulacağı yegane yer kitaplarının arkasındaki “meraklısı için notlar-ekler” bölümüdür. Şiirlerini nasıl yazdığını anlatırken adeta okurla sohbet eder. Örneğin en beğenilen şiirlerinden Sisler Bulvarı’nın hikâyesini şöyle anlatır:
“Bu pek ünlü şiiri çoğu Paris’te yazdığımı, adı geçen bulvarın Paris bulvarlarından birisi olduğunu sanır. Öyle değildir. Şiiri Paris dönüşü, Laleli’de, Şair Nigar Sokağı’nda, emekli öğretmen Melahat Hanım’ın evinde pansiyoner olarak kalırken yazdım.”
Yine çok beğenilen ‘Ben Sana Mecburum’ şiirinin hikâyesini ise şöyle anlatır:
“Yanılmıyorsam şiddetli, hayli tutkusal bir aşk ilişkisinden sonra, kestane kızılı bir İstanbul sonbaharı boyunca yazmıştım: Genellikle Mecidiyeköy’le Şişli arasındaki yolda dolaşıyor, her zaman olduğu gibi mısraları yüksek sesle kendi kendime tekrarlayarak şiiri oluşturuyordum.”
Yine en sevilen şiirlerinden ‘Pia’ için “Mecidiyeköyü’ndeki evde başlamış, otobüste sürdürülmüş, Taksim’e geldiğimde bitirilmiş bir şiir” notunu düşer. Bu bölümde yer alan anılar İlhan’ın da şiirlerini nasıl yazdığını öğrenmemizi sağlar.
'AN GELİR'
Yaşamını yitirmesinin ardından kardeşi Çolpan İlhan büyük bir aydın olan ağabeyini “bunca bilgi bu toprağa nasıl sığacak” diyerek göz yaşıdöker. Ataol Behramoğlu’da “en büyük ustam” dediği Şairin ardından “Onun artık yaşamadığını nasıl kabul ederim. Bir hançer gibi çıkıp gittiğin...”
İlhan bir şiirinde de dediği gibi “sevmek için geç, ölmek için erken”dir her zaman.
Ve giderken o meşhur dizeyi emanet eder bizlere:
“görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür”
Evet “an gelir” ama o aslında bir Türk aydını olarak asla ölmez, eseriyle daima yaşar. Atatürk’ü çok iyi anlamış bir entelektüel olarak Türk edebiyatına birçok alanda eser kazandırmıştır. Türk şiirinin “kaptan”ını yaşamını yitirişinin 20., doğumunun 100. yılında saygıyla anıyoruz.