Şık siyah giysiler içinde kadın erkek genç yaşlı bir grup. İnsanın içine işleyen güzel bir müzik. Arka planda kül rengi kumaş parçalarından dev bir dağ. Rahatlatıcı bir barok müziği. Bir kadın nefis bir arya söylüyor ama birden... Kesinti...

Kadın sallanıyor, bastığı yer sarsılıyor sanki. Kendini toparlamaya çalışıyor sonra ayağı kayıp yine yere yapışıyor, hooop çığlıklar bağırışmalar... Yine kalkıyor, ayakta durması için zar zor tutuyorlar onu. Sonra yavaş yavaş diğer insanlar da tökezlemeye, düşmeye, kaymaya başlıyorlar. Hiçbir şey olmamış gibi devam eden müzik hep kesintiye uğruyor. İnsanlar da hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar, her şey eskisi gibi sürüp gidiyor. Yine de kayıyorlar, düşüyorlar, yerlerde yuvarlanıyorlar. Sonunda öyle bir durum oluyor ki kimse olduğu yerde duramıyor, herkes tökezliyor, kayıyor, düşüyor. Düşenlere yardım etmeye çalışanlar da yapışıyorlar yere. Bağırışmalar çığlıklar müziği bastırıyor. Neler oluyor? İnsanlar birbirlerini çekiyorlar, sırtlıyorlar, taşıyorlar. Hoyratça bir itişip kakışma başlıyor. Şaşkınlık dayanışmaya, dayanışma, saldırganlığa dönüşüyor.
İNSANLAR ŞAŞKIN
Birden çığırından çıkmış bir dünyanın içinde buluyoruz kendimizi. Dengeli, uyumlu bir dünyada giderek büyüklü küçüklü çatlakların oluşması, bu çatlakların kaosa yol açması mı? İnsanlar şaşkın bir haldeler, nasıl davranacaklarını, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Hiçbir çözüm üretemiyorlar. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları onları iyice gülünçleştiriyor. Arka plandaki dev dağ da tehditkâr bir biçimde durmadan hareket ediyor, her an patlamaya hazır bir canavar gibi. Dengelerini iyice yitiren insanlar da çılgınca itişiyorlar, yuvarlanıyorlar, kayıyorlar, bağırıyorlar, kimin sesi en yüksek çıkarsa onun peşinden gidiyorlar.
Karmaşa ve felaketlerin birbirini izlediği bu dünyada bir gelecek var mı? Oyun izleyiciyi bu soruyla baş başa bıraksa bile karanlık bir oyun değil. Çünkü en karabasanımsı sahnelerde bile yer yer gülebiliyor ve duygulanabiliyoruz. İnsanlar öylesine zavallı, öylesine çaresiz ve kırılgan ki. Yaşam akışının sürekli kesintiye uğraması, yaşanan arızalar ve bu arızalar karşısındaki duruşumuz, gerçekleri görmek istemeyişimiz, çözüm üretemeyişimiz, zavallılığımız bizlere bire bir ayna tutuyor.
SORULARA YANIT ARANIYOR
Katalan-Fransız topluluğu Baro d’evel’den izlediğimiz (Yazan ve yöneten: Camille Decourtye Blai Mateu Trias) Biz Kimiz oyunu görsel sanatlar, koreografi, akrobasi, müziğin iç içe geçtiği bütüncül bir sahne tasarımıyla büyüleyici bir dünya yaratmış. Yaşam enerjisi dolu bir dünya. Öykü yok bu oyunda, sadece bir revü gibi birbirini hızla izleyen görsel sahnelerle oluşan sorular var: Ben kimim? Nasıl bir dünyada yaşıyorum? Ne derecede biz olabiliyorum? Biz olmak ne demek? Neden birinin peşinde sürükleniyoruz? Neden birbirimize karşı bu kadar saldırganız? Dünyamız neden bu kadar tehlikeli bir hale geldi? Her şey yok olduğunda geriye ne kalıyor? Bu sorunların izini sürerken birlikte yaşama, yaşamdan kopma, yaşama tekrar dönme gibi varoluşsal olgular da gündeme geliyor. Biz Kimiz? Bizleri sahnede o anda yaşananların içine çeken müthiş bir deneyim sunuyor bize. Ama bununla da bitmiyor oyun sonrasında da etkisinden kolay kolay kurtulamıyoruz. Ama bu hüzün değil umut dolu bir duygu, çünkü oyun boyunca sahneden bize doğru akan yoğun yaşam enerjisi ve sevinci oyun sonrasında da sürüyor.