Dünyayı fethetmenin her zaman iki yolu vardır: Biri silahla, kılıçla yapılır; öbürü ise kalemle, bilimle, sözle inşa edilir. Bugün buna ilişkin tarihten bir örneği anlatmak istiyorum. Bu aynı zamanda kılıçla kalemin, savaşla barışın hikâyesidir.
Platon’un öğrencisi Aristo, Atina’nın jimnasyumlarında gezinerek ders anlatmayı pek severdi. Bu nedenle ona ve öğrencilerine “gezinenler” anlamına gelen “Peripatesyenler” deniliyordu. Çok faydalı olan bu gezintilerden sonra Aristo’nun öğrencileri kendi işlerine döner; kimi bitki toplar, kimi hayvanları inceler, kimi kum üstünde yuvarlak üçgenler çizerek geometri çalışır, bazıları da etrafına topladıkları kâğıt tomarlarına notlar tutardı.
Öğrencileri hocalarına yardım ediyordu. Aristo devlet hakkındaki kitabını yazmak için 158 Yunan devletinin düzenini incelemek zorunda kalmıştı. Yazdığı kitapların sayısı 100’ü aşmış olan bu büyük filozofa bütün bunları yaparken öğrencileri hep yardım etmiştir.
‘BİLGİ İMPARATORLUĞU’
Deyim yerindeyse, Aristo bilim komutanı, öğrencileri de askerleri idi. Komutan askerlerine bilim adamlarının dünya hakkındaki gözlemlerini ve bunlardan çıkardıkları sonuçları bir araya getirme emri vermişti. O da bunlardan kendine göre sonuçlar çıkarıyordu. Bütün bu bilgileri bir araya getirerek adeta bir “bilgi imparatorluğu” kurmuştu. İmparatorluğun eyaletleri matematik, fizik, biyoloji, sosyoloji, bitkiler tarihi, hayvanlar tarihi, bilimler tarihi, ahlak, politikadan oluşuyordu. Her bir bilim eyaletinin başında bir başarılı öğrencisi bulunuyordu.
Öğrencileri her gün okulda toplanıyorlardı. Aristo onlarla konuşurken belki de yetiştirdiği en başarılı öğrencisini çoğu zaman üzülerek hatırlıyordu. Bu öğrencisi bilim adamının barış silahını, askerin keskin kılıcıyla değiştiren İskender idi, namı diğer Büyük İskender ya da İskender-i Zülkurneyn.
İSKENDER’İN UMUDU...
Makedonya kralı kör Filip “Oğlum İskender senin zamanında doğduğu için tanrılara şükrediyorum” diyerek kendisine mektup yazdığı zaman Aristo daha gençti. Filip, Aristo’ya “Senin eğitiminden geçtikten sonra oğlum tahtımın gerçek varisi haline gelecektir” diyordu. Ve Filip Aristo’ya ancak 10 arabayla çekilebilecek kadar altın gönderdi. Aristo bu parayla çok kıymetli el yazmaları aldı; hem kendisinin hem öğrencilerinin hem de bilim ve felsefenin gelişimine paha biçilmez katkılar yaptı. (Bir de bugünü düşünün...)
En parlak öğrencisi İskender neden sonra zaman gelip çattığında “bilim” yerine “fetih” yolunu seçmişti. Zamanın ruhu onu elinde kılıçla yeryüzünde at koşturmaya, fetihler, işgaller yapmaya çağırıyordu. Peki, İskender’i fetihlere, doğunun gizemli, tehlikeli, uçsuzbucaksız topraklarına sürükleyen neydi? Umut. Evet umuttu. Güçle, kılıçla fethetme umudu.
Sefer öncesinde bütün altınlarını, kölelerini, çiftliklerini dostlarına dağıtan İskender’e, “Sana ne kaldı?” diye sorduklarında “umut” diye cevaplamıştı. Fethetme umudu. Savaşarak kazanma umudu. Doğudan daha zengin dönme umudu. Doğunun sarayları, altınları, çift başlı kartalları idi onu çeken. Kısacası güçtü, kılıcın gücüydü İskender ve beraberindekileri çağıran şey. Yoksullar zengin olmak için, zenginler biraz daha zengin olmak, köleler azat olmak, kimi savaşçılar da biraz daha nam için, şan için gidiyorlardı İskender’in peşinden gidişi olan ama dönüşü olmayan seferine.
İskender’in amacı ise o büyük egosuyla yeryüzünü tek başına fethetmekti. Kılıcın gücünü, kılıcın kaleme galebe çaldığını göstermekti. Ama bir şeyi tam olarak bilmiyordu. Yeryüzünün ne kadar büyük olduğunu. Yeryüzünün ne kadar büyük olduğunu bilseydi bunun ne kadar büyük bir akılsızlık olduğunu anlardı. Gitti, önüne gelen yerleri fethede ede gitti. Durmadan savaşıyordu. Geçtiği yerleri fethetmekle kalmıyor, yakıp yıkıyordu.
Sonunda Hindistan’da üstlerine yağmur gibi ok yağmış, fillerin ağır ayakları altında binlercesi yok olup gitmişti. Ve umut, evet umut onları aldatmıştı. Kılıcın gücü ne kadar güçlü olursa olsun güçsüzlüğü ne denli içinde taşıdığını göstermişti yüz binlerce can pahasına. Neden sonra aç, perişan ve umutsuzdular, geri dönmek istiyorlardı.
KALEMİN ZAFERİ
İskender dünyayı fethedemedi. İtalya’dan Hindistan’a fethettiği uçsuz bucaksız toprak parçaları da kendisinden sonra bir taş yığını gibi dağılıp gitti. Ancak İskender’in yanında götürdüğü bilimciler daha mutlu, daha umutlu ve daha bilgilenmiş döndüler. Gördüklerini, araştırdıklarını arkadaşlarına anlattılar, yazdılar.
Teofrast, “Bitkilerin Tarihi”ni bu seferden sonra yazdı. Yeni ağaçlar, yeni bitkiler, yeni meyveler keşfetti. Bugün hâlâ üzerinden 2 bin 500 yıl geçmesine karşın insanlık onun çalışmalarından yararlanıyor. İskender birçok kez yanında götürdüğü bilimcilere imrenmişti.
DİYOJEN’İN DERSİ!
Asya seferine çıkmadan Korint’te çağdaşı ve arkadaşı Diyojen’i ziyaret etmişti. Diyojen misafirini eve kabul etmemişti. Çünkü evi yoktu, bir fıçıda yaşıyordu. Böyle olduğu halde hükümdarlardan daha mutlu yaşadığını söylerdi. Hiçbir şey karşısında boyun eğmemişti. İskender’in ziyareti ile iki mağrur yüz yüze geldiğinde bir tarafta cihangir İskender, öte tarafta fıçısından başka bir şeyi olmayan Diyojen duruyordu.
İskender, güneşli bir günde fıçının önünde durup Diyojen’e “Dile benden ne dilersen” dediğinde Diyojen, “Gölge etme, başka ihsan istemem senden” demişti. Ve İskender ayrılırken “Ben İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim” demişti. Dünyanın fatihi seferlerin tozları ve yangınların dumanlarıyla milyonlarca insanın güneşini gölgelemişti. Sonunda dumanlar dağılmış, tozlar yatışmış fetihler çökmüştü. Ama bilim ve bilgi yaşamaya ve ilerlemeye devam ediyordu.
Kalem, yani aklın gücü kılıcı yenmişti...
PROF. DR. AHMET ÖZER
SEÇİLMİŞ ESENYURT BELEDİYE BAŞKANI