Denir ki “Neşet’i tanımamışız. Sadece onun türkülerine, söylediklerine, sazını çalma biçimine bakmışız. Oysa arkada bir derya varmış.”
Doğrudur; Neşet Ertaş’ın arkasında bir derya var. O deryadan bizim gördüğümüz, Anadolu’da yoğunlaşan tarihsel birikimin yansımasıdır. Sesinin, sözünün, havasının kesişme noktası, abdallık geleneğidir.
Bin çiçekli halıyı dokur gibi dokumuşlardır geleneklerini abdallar. Attıkları her ilmek, yedi iklim, dört köşenin rengini taşır. Dadaloğlu’nun söze döktüğü gibi “yedi iklim dört köşeyi dolandım/ Meğer dünya her tarafta bir imiş” dizeleri, abdalları anlatır gibidir.
Arayan onları Anadolu’da bulur. Çünkü geleneklerine yurt edindikleri, kendileriyle ad verilmiş gördükleri coğrafyadır Anadolu. Kapısından içeri girdikleri Anadolu’da, hedefleri, “varıp bir canana ikrar vermektir”:
“Vade tekmil olup ömrün dolmadan
Emanetçi, emanetin almadan
Ömrünün bağının gülü solmadan
Varıp bir canana ikrar verdin mi?”
DÜNYA MALI İÇİN...
Gelenekleri onlara öğretir ki “insan ölür ama uruhlar ölmez”. Bu nedenle “bastıkları yeri toprak sanmazlar”. Bilirler ki toprağın her bir karışı, insanlığın tarihsel birikimine ev sahipliği yapan hazine gibidir. Bu büyük hazinenin bir parçası olarak göze görünmekten imtina ederler ama göz arar bulur onları. Tıpkı Neşet Ertaş gibi. Dikkatli bir göz ile bakarsanız, Neşet babanın “seyir içinde seyir” halini görürsünüz. Pir Sultan Abdal’ın dizeleri onları anlatır:
“Önüme bir çığır geldi
Bir ucu var şar içinde
Abdallar dükkânın açmış
Ne istersen var içinde”
Neşet Ertaş, içinde şekil aldığı abdallar gibi insanlığın ezelden ebede uzanan özleminin peşindedir. Türkülerinde, sazında, sözünde dile gelen o özlem, haktır, eşitliktir. Abdallar için söylenen, “öldüğünde mutfağında bir çuval un kalmışsa günaha girmişsindir, dünya malı için çalışmışsın demektir” sözü, sanki Neşet baba için söylenmiş gibidir.
Madem “İki kapılı bir handır” bu dünya; ilk kapıdan girerken herkes eşit ve ikinci kapıdan çıkarken de herkes eşitse burada yaşarken oluşan farkı sorgular abdallar. Neşet Ertaş’ın çağrısı da bu doğrultudadır:
“İki nimet var insana
Biri yardır, biri ana
Dünya malı için cana
Kıyma sakın, kıyma sakın!”
Bu dünyaya gözlerini açtığında eşit, bu dünyadan göçerken de eşit olan insanın yaşarken oluşan farklılıkların niçin ve neden olduğunu sorgular, Neşet Ertaş’ın da dahil olduğu abdallık kültürü. Girerken ve çıkarken eşitse yaşarken neden oluşur bu eşitsizlik? O iki kapı arasında geçen vakit süresince eşitsiz ve hakkaniyetten uzak bir yaşamı reva gören, gördüren nedir?
CANA CAN KATAN SES
Bektaşilik ikliminden serpilip gelişen, beslendiği ana damar Bektaşilik olan abdal kültürü, yukarıdaki soruya verilebilecek dört başı mamur bir yanıtı bulma çabasındadır.
O nedenle sorar Neşet Ertaş:
“Garip Bülbül gibi feryat ederiz
Cehalet elinden küsm-ü kederiz
Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz
Dünya senin vatanın mı yurdun mu”
Neşet Ertaş’ın, “varıp bir canana ikrar verdin mi” sorusu, hem anlamlı hem önemli. Bektaşiliğin kanatları altında, dünya nimetlerini umarsamaz bir iklimdir söz konusu olan ve tek bir hedefi vardır; adil, özgür ve eşit yaşam hakkına sahip olmak.
Bozkır’ın ortasından insanın canına can katan bir sesle aramızdan biri olan Neşet baba, böyle bir iklimin simgesidir. Hepimizin insan tarafına benzer; hepimizi ifade eder. Boğazımız düğümlendiğinde hatırımıza düşen, keyiflendiğimizde türküleri dilimizden dökülen, dizeleri zihnimizde dolaşıp duran bir okyanustur o.
“Ne güzel yaratmış seni yaradan
Esmesin sevdiğim yeller incidir
Güzelsin sevdiğim gülden goncadan
Uzanmasın sana eller incidir (…)
BOZKIRIN TEZENESİ
Bu nedenle olsa gerek ki “Bozkırın tezenesi” demişler ona. Ona bu yakıştırmanın neden yapıldığını biliyoruz ama her ne kadar Yaşar Kemal’e atfedilse de kim yapmış bu güzel yakıştırmayı; tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz, karıştığı kaza nedeniyle hapisteyken kendisine ulaştırılan Yaşar Kemal’in bir kitabının iç kapağına, “Bozkırın tezenesine geçmiş olsun” yazıldığıdır.
Anlaşılan adlandırma o kadar güzel gelmiş ve Neşet babanın üzerine o kadar güzel oturmuş ki kimse kaynağına bakma ihtiyacı duymamış. Ne de olsa bazı adlar kişiyle ad verilmiştir; kimse sormaz kaynağını.
Çocukluğu ve gençliği sefalet içinde geçen, kendilerine biçilen kaderi parçalamak için canhıraş uğraş veren Neşet Ertaş, hak ettiği yere ulaştığında zaman hayli ilerlemişti. Aramızdan ayrılmak üzereyken onun bir derya olduğunu fark ettik. Bu yazı, o deryadan bir damlayı anlatmayı amaçlıyor.
25 Eylül 2012’de, buralardan bedenen ayrılmadan önce uyarmıştı bizi; “Bana öldü demeyin; yoruldu, gitti deyin” demişti. 13 yıl önce yorulup gitti ama sesiyle sözüyle bağlamasıyla hep aramızda. Boşuna dememişler; “ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil”.
YÜKSEL IŞIK
YAZAR