Erdoğan AKP’si; karşısındaki tek önemli muhalefeti yani CHP’yi işlevsizleştirmek için elindeki tüm yetki ve yargı güçlerini kullanıyor. Operasyonlar dalga dalga yayılıyor. Her yeni güne “Bugün sırada ne var?” diye uyanmanın umutsuzluğu ve çaresizliği toplumun bir kesimini derinden etkiliyor.
Geçen hafta “Demokrasiler neden çöküyor” başlıkla yazıda “Demokrasiden uzaklaşan hemen her ülkede kurgu aynı. Seçim yoluyla iktidara gelen liderler ve siyasi partileri demokrasileri baltalıyor ve bunu yaparken bile önemli halk desteğine sahip oluyorlar. Üstelik onlar devlet kaynaklarını kötüye kullanırken; rakipleri üzerinde büyük baskı kurarken ve türlü manipülasyonla ülkelerini yönetirken bile oluyor bu. Peki ama nasıl? Farkına varmıyorlar mı? Yoksa demokrasi pek de umurlarında değil mi?” diye sormuştuk. Sürdürelim.
DEMOKRASİ KAÇ PARAYA SATILIR?
Önümde önemli bilimsel bir rapor duruyor. Anja Neundorf (Glasgow Üniversitesi), Sirianne Dahlum (Oslo), Kristian V. Skaaning Frederiksen (Aarhus) ve Aykut Öztürk (Glasgow) tarafından yürütülen çalışma, bu sorulara yanıt aramış. 2022-2023 yılları arasında 32 ülkede 35 binden fazla kişiyle yapılan kapsamlı bir deneysel anketten oluşan geniş kapsamlı bir çalışma bu. Hem demokrasi hem otokrasi örnekleri var; Türkiye, ABD, İngiltere, Avustralya, Brezilya, Venezüella vb. Amaç demokrasinin hangi unsurlarının “Vazgeçilmez”, hangilerinin “Takas edilebilir” olduğunu anlamak. Katılımcıların önüne demokrasinin farklı özellikleri konmuş: Özgür seçimler olup olmaması, kuvvetler ayrılığı ve yürütme üzerindeki denetimler, ifade özgürlüğü, ekonomik refah ve eşitsizlik, suç düzeyi, toplumsal cinsiyet eşitliği: Kültürel çeşitlilik...
Ve katılımcılardan bu profiller arasında seçim yapmaları istenmiş. Sonuç çok net olarak ortaya çıkmış: Özgür ve adil seçimler, halkın en güçlü kırmızı çizgisi. İnsanlar seçimlerden ancak çok büyük ekonomik refah artışı karşılığında vazgeçmeye razı olmuş. Buna karşın, yürütme üzerindeki denetimler (örneğin bağımsız yargı, parlamento denetimi) veya ifade özgürlüğü, çok daha kolay “refah uğruna” gözden çıkarılabilmiş.
Araştırmaya göre 31 ülkenin tamamında, Avustralya hariç, katılımcıların çoğunluğu, ekonomik kazanç karşılığında yürütme denetimlerinden vazgeçebileceğini söylemiş. Genel örneklemde insanların yüzde 39’u, demokrasinin üç temel unsurunu birden (seçimler, ifade özgürlüğü, denetimler) refah için feda etmeye razı olmuş. Ülkeler arasında fark çıkmış haliyle: Avustralya’da bu oran yüzde 23’te kalırken Guatemala’da yüzde 48’e kadar çıkmış. Anlayacağınız vatandaşların önemli bir bölümü için ekonomi+seçimler yeterli bir meşruiyet formülü. Ancak yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı ve ifade özgürlüğü gibi liberal demokrasi unsurları, refah karşısında kolayca göz ardı edilebiliyor. Bu, demokrasilerin neden kırılgan olduğuna dair güçlü bir ampirik açıklama sunuyor.
YA TÜRKİYE?
Çalışmanın Türkiye ile ilgili bulguları da oldukça dikkat çekici. Belgede yer alan tabloya göre, Türkiye’deki katılımcıların demokrasi-refah takası konusundaki tercihleri şöyle özetleniyor:
Özgür seçimler: Katılımcıların yaklaşık yüzde 49’u, ekonomik refah uğruna seçim ilkesinden vazgeçebileceğini belirtmiş.
İfade özgürlüğü: Yaklaşık yüzde 51’i, ekonomik kazanç için bundan ödün vermeye razı.
Yürütme üzerindeki denetimler: Yaklaşık yüzde 50’si denetimlerin kaldırılmasını kabul edebilir.
Sonuçta: Katılımcıların yaklaşık yüzde 40’ı, özgür seçimler, ifade özgürlüğü ve yürütme denetimlerinin üçünden birden vazgeçebileceğini belirtmiş. Yani toplumun önemli bir kesimi, ekonomik güvenlik veya refah uğruna liberal demokrasinin temel taşlarını göz ardı etmeye hazır. Guatemala’da: Bu oran yüzde 48 ile çok daha yüksek. Yani neredeyse toplumun yarısı, demokrasiye karşı “ekonomik otoriter sözleşme”ye razı olabiliyor. Bu, otoriter popülizme toplumsal taban oluşturmanın daha kolay olduğu anlamına geliyor. Avustralya’da: Oran yalnızca yüzde 23. Bu, toplumun dörtte üçünün demokratik kurumları hiçbir şekilde feda etmeye yanaşmadığını, dolayısıyla demokratik istikrarın çok daha güçlü olduğunu gösteriyor.
Bulgular, Türkiye’de halkın özgür seçimlere güçlü sembolik önem atfettiğini ama aynı zamanda yürütme denetimleri ve ifade özgürlüğü gibi liberal demokrasi unsurlarının, refah karşılığında göz ardı edilebileceğini ortaya koyuyor. Bu da Erdoğan döneminde görülen medya baskısı, yargı bağımsızlığının zayıflatılması ve seçimlerin meşruiyet söylemiyle korunması gibi adımlara toplumsal rıza üretilebilmesini açıklıyor.
Yani işimiz çok zor: Ana muhalefet partisi ülke tarihinde bugüne kadar hiç görülmemiş biçimde bir sivil darbe ile susturulmak isteniyor. “İstediğin kadar seçim yapalım ben kayyum ile yargı ile istediğimi yaparım”ı açıkça gösteriyor. Sendikaların, üniversitelerin; sivil toplumun yıllar içinde zaten sesi kıstırılmış. Peki o zaman? Ne yapacağız?