Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın New York’ta yaptığı görüşme, sadece ikili ilişkiler bağlamında değil, küresel dengeler açısından da kritik. Gazze ve Ukrayna konularının dışında ticaretten savunma sanayisine pek çok konu olacağı muhakkak. Ancak Washington’ın masaya yatırmak istediği bir konu daha var: Eskişehir Beylikova’daki nadir toprak elementleri (NTE) rezervi. Bu sefer olmasa bile illa bir noktada gündeme gelecek.
Beylikova, 690 milyon ton cevher ve bunun içinde 570 milyon ton nadir toprak elementi ile dünyadaki ikinci en büyük rezerv. Çin’in yüzde 85-90’lık küresel hâkimiyetine karşı, Türkiye’nin bu sahası Batı için stratejik bir nefes borusu olabilir.
Rezerv yalnızca klasik elementleri değil, savunma sanayisinden enerjiye kritik alanlarda kullanılan mineralleri de barındırıyor:
Neodimyum, praseodim, seryum, lantan: Elektrikli araç motorları, rüzgâr türbinleri, mıknatıs teknolojileri, petrol rafinasyonunda katalizör, otomobil egzozlarında emisyon azaltıcı.
İtriyum, skandiyum: Lazer sistemleri, gece görüş gözlükleri, füze güdüm sistemleri.
Toryum: Geleceğin nükleer enerji yakıtı.
Barit: Petrol sondajı ve savunma sanayisi uygulamaları.
Kısacası, Beylikova elektrikli otomobilden F-35 savaş uçağına, akıllı telefondan füze sistemlerine kadar hayatın ve güvenliğin merkezinde yer alan bir hazine.
Yalnızca Türkiye için değil, ABD’nin Çin’e karşı vereceği teknoloji savaşında da altın değerinde.
NE KADARI İŞLENEBİLİYOR?
Şu an için işleme kapasitemiz sınırlı. Eti Maden’in bazı pilot tesisleri var ancak ileri teknolojiye dayalı ayrıştırma ve işleme yatırımları sınırlı. Tam rafineri ve ileri teknoloji üretimi için ciddi yatırımlar gerekiyor.
Burada kritik soru şu: Türkiye bu hazineyi kendi eliyle mi işleyecek, yoksa hammadde ihracatına mı razı olacak? Eğer yalnızca ham cevheri çıkarıp ihraç edersek, katma değer yine başkalarının hanesine yazılır. Çin’in Afrika’daki modelinden farkımız kalmaz.
PİYON MU OLACAĞIZ, ORTAK MI?
ABD bu rezervle ilgileniyor çünkü Çin, nadir toprak elementlerinde küresel hâkimiyete sahip. Bu üstünlüğü, hem ticarette hem de stratejik silah teknolojilerinde bir koz olarak kullanıyor. Washington’un gözü, Beylikova’da bu bağımlılığı kıracak alternatif tedarik hattı kurmakta neden olmasın? Türkiye için mesele şurada düğümleniyor:
Piyon olmak: Beylikova’yı ucuz hammadde kaynağı olarak sunmak. Böylece kısa vadeli döviz girdisi sağlanır, ama uzun vadede teknoloji ve katma değer ABD’nin hanesine yazılır.
Stratejik ortak olmak: ABD ile (veya AB, Japonya, Güney Kore gibi diğer aktörlerle) sadece hammadde değil, işleme tesisleri, ileri teknoloji üretim zincirleri ve ortak Ar-Ge üzerine anlaşmalar yapmak. Bu, Türkiye’yi sadece satıcı değil, küresel oyuncu haline getirir.
NE YAPMALI?
Beylikova, kömür gibi günü kurtaracak maden değil, geleceğimizi belirleyecek stratejik hazine. Türkiye’nin 21. yüzyıldaki jeopolitik pozisyonunu belirleyebilir. Dolayısıyla uzun vadeli, devlet politikası olmalı. Ham cevheri çıkarmak değil, nadir elementleri işleyip, mıknatıs, batarya ve savunma teknolojilerinde kullanılacak ara ürünleri üretmek öncelik olmalı. Sadece ABD’ye yaslanmak riskli. Çin, AB, Güney Kore ve Japonya ile de dengeli işbirlikleri kurulmalı.
Katma değer şart: Çıkardığımızı değil, ürettiğimizi satmalıyız.
Savunma sanayisi entegrasyonu: TUSAŞ, ASELSAN, Roketsan gibi kurumlarla doğrudan bağlantı kurularak, bu elementlerin savunma teknolojilerine entegre edilmesi sağlanmalı.
Sonuç olarak başka bir deyişle Beylikova, Türkiye’nin elinde bir joker kartı. Bu kartı doğru oynayıp stratejik ortak haline mi geleceğiz, yoksa birkaç milyar dolarlık kısa vadeli anlaşmalara sıkışıp piyon mu kalacağız, işte asıl mesele bu.
New York’taki Erdoğan-Trump görüşmesi, bu sorunun ilk sınavlarından biri olabilir.