Brezilya’nın tropik sıcaklığı altında toplanan COP30, dünya siyasetinin iklim krizine nasıl baktığını -daha doğrusu bakmadığını- tek karede özetleyen bir zirve oldu. Amazon’un ortasında yapılan bu toplantı, tarihin en kritik iklim buluşmalarından biri olabilirdi. Fakat olmadı. Neden mi?
Ülkeler kendi ekonomik ve siyasi çıkmazlarına o kadar gömülmüş durumda ki insanlığın en acil ortak meselesi olan iklim değişikliği masada bir türlü “gerçek” gündem maddesi olamıyor. Bu manzara bana hep aynı benzetmeyi hatırlatıyor:
1979 Cenova’daki ilk iklim konferansının üzerinden tam 46 yıl geçti. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de arkamıza baktık ki.... bir arpa boyu yol almışız. Ve ne yazık ki bu, romantik bir yakınma değil, bilimsel verilerin sert bir özeti.
Bugün 140’tan fazla ülke “net-sıfır” hedefi açıklamış durumda. Kâğıt üstünde her şey harika. Gerçekte ise: 1.5°C hedefinde kalabilmek için 2030’a kadar emisyonların yüzde 40 azaltılması gerekirken 2024’te küresel emisyonlar yüzde 1.1 arttı.
POPÜLİST SİYASETİN İKLİM DÜŞMANLIĞI
ABD, Çin, Hindistan ve Rusya liderleri zirveye katılmadı. Hatta Çin devlet başkanı değil, daha alt düzeyde bir temsilci gönderdi. Bu tablo bile tek başına çok şey anlatıyor. Lider katılımı düşük çünkü ülkeler içe kapanmış durumda: Ekonomik sıkıntılar, savaşlar, seçim baskıları ve popülist söylemler iklim diplomasisinin önüne büyük bir duvar örüyor.
Kısa vadeli oy hesapları, uzun vadeli gezegen gerçeklerini sürekli erteliyor. Oysa sıcak dalgalarının, kuraklığın, gıda krizinin, sigortalanamaz şehirlerin “ülke sınırı” yok.
Bu zihniyet sürdükçe COP zirveleri, fosil lobisinin gölgesinde yapılmış samimiyetsiz bir diplomasi gösterisine dönüşüyor. Küresel liderlik boşluğu, COP30’un aslında niçin sonuç üretemediğini de baştan ilan ediyor.
COP30: LOBİCİLERİN GÖLGESİNDE BİR ZİRVE
Belem’de düzenlenen COP30’da dikkat çeken verilerden biri, katılan her 25 delegeden birinin fosil yakıt lobicisi olması. Yani masaya oturan herkes iklim için değil, bir kısmı tam tersine, süreci yavaşlatmak için orada. COP’un güvenilirliğini zedeleyen en kritik unsur da bu.
Brezilya Devlet Başkanı Lula, iklim dezenformasyonuyla mücadele çağrısı yaptı, evet.
Ama nafile: Masada Exxon’un, Total’in, BP’nin temsilcileri varsa hangi gerçek ilerleyebilir?
COP30’da Belem Deklarasyonu gibi olumlu girişimler de vardı: 35 ülke ve kurumun desteklediği “yeşil sanayileşme” hedefi, temiz teknolojiyi ve sürdürülebilir büyümeyi önceliyor.
BİLİMİN ÇIĞLIĞI: LANCET RAPORU
Birkaç hafta önce Lancet’in açıkladığı rapor, iklim krizinin sağlık üzerindeki etkilerini çarpıcı şekilde ortaya koydu: Isıya bağlı ölümler 1990’lardan bu yana yüzde 25 arttı.
Her yıl 546 bin kişi aşırı sıcak nedeniyle yaşamını yitiriyor. 2024, insanlık tarihinin ilk kez 1.5°C eşiğini aştığı yıl oldu.
Bu sadece çevre meselesi değil:
Halk sağlığı, işçi sağlığı, gıda güvenliği, altyapı, sigorta sistemleri... Hepsi tehlikede.
Lancet’in verileri, iklim krizinin soyut bir “gelecek tehdidi” değil, “şu an yaşanan bir toplumsal çöküş süreci” olduğunu gösteriyor.
TARIMSAL ÜRETİM DARALIYOR, GIDA KRİZİ BÜYÜYOR
Artan sıcaklık, kuraklık ve düzensiz yağışlar tarımsal üretimi daraltıyor.
Üstelik sadece üretim değil, verimlilik, toprak kalitesi, su kaynakları da hızla geriliyor.
Dünyada aşırı hava olayları nedeniyle gıda fiyatlarında dalgalanma, artık norm haline geldi.
Gıda erişimi, özellikle düşük gelirli ülkelerde dramatik biçimde zorlaşıyor.
Isınan bir dünyada açlık, kapıda bekleyen bir misafir değil, çoktan sofraya oturdu.
Son araştırmalar, sıcaklık artışının küresel ekonomi üzerinde yaratacağı yıkımı net biçimde ortaya koyuyor: 2050’ye kadar her yıl 38 trilyon dolar ekonomik zarar bekleniyor.
Küresel gelirde yüzde 19 kayıp olacağı hesaplanıyor. Her 1°C artış, dünya GSYH’sini yaklaşık yüzde 12 düşürüyor. Son 10 yılda aşırı hava olayları dünya ekonomisine 2 trilyon dolar kaybettirdi.
ZİRVENİN SÜRPRİZİ: COP31 TÜRKİYE’DE
COP30’un sonunda en çok konuşulan kararlardan biri Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapacak olması oldu. Antalya’da düzenlenecek zirve, Türkiye’ye büyük diplomatik yük ve aynı zamanda büyük bir sorumluluk getiriyor. Bir yandan fosil bağımlılığından çıkamayan, enerji politikası tartışmalı, tarımsal üretimi iklim krizinden derinden etkilenen bir ülkeyiz. 2050’ye kadar Türkiye ekonomisinde yüzde 2.26, 2100’e kadar yüzde 7.98 GSYH kaybı öngörülüyor.
Son yıllarda iklim kaynaklı kayıplar hızla arttı, yalnızca 2020’de kayıp 356 milyon Avro olarak hesaplandı. Türkiye, Avrupa’da aşırı hava olaylarına karşı en kırılgan ülkelerden biri.
Altyapı, şehirler ve kıyı bölgeleri iklim şoklarına karşı savunmasız.
Öte yandan, bu zirve Türkiye’nin iklim politikasını yeniden düşünmesi için tarihi bir fırsat olabilir.
Kısacası mesele geleceğin değil, bugünün meselesi. Ve iklim krizinin kendisi kadar tehlikeli olan, ülkelerin krizi hâlâ “gelecek sorunu” sanması.