Ok yaydan çıktı bir kere. Artık mesele yalnızca bir belediye başkanının, cumhurbaşkanı adayının tutuklanması ya da bir diplomanın iptali değil. Mesele artık halkın -özellikle de gençlerin- geleceklerine sahip çıkmak için ses yükseltmesi. Hukuksuzluğa, adaletsizliğe, yoksullaştıran politikalara karşı biriken öfkenin yayılması. Ve nihayet eylemsizlik halinin sona ermesi. İşin ilginci ezberler de bozuluyor.
Proje okullarından biri... Bahçede öğretmenlerinin atanmasına karşı çıkıp eylem yapan öğrencilerin yanına yaklaşan yönetici öfkeyle bağırıyor: “Bu düzeni siz mi değiştireceksiniz?”
Öğrenci, tereddütsüz karşılık veriyor: “Evet, biz değiştireceğiz.”
Bu cümle, bir isyanın sloganı değil sadece. Gençlerin sessizliğini yırtarak geleceğe “bizim” deme anı.
Türkiye’de bir şey değişiyor. Değişimin merkezinde ise gençler var. Uzun zamandır “umursamaz”, “bireysel”, “tepkisiz” denen Z kuşağı, bugün sadece öfkeyle konuşuyor:
“Biz değiştireceğiz bu düzeni!”
Liselerde başlayan direniş, sadece yalnızca müfredat ya da öğretmen atamalarıyla sınırlı değil, adaletsizliğe, liyakatsizliğe, gençlerin geleceğini ipotek altına alan her türlü karanlığa karşı bir uyanışın işareti olur mu? Göreceğiz.
Eylemsizlik hali sona erdiğinde karşı çıkışlar da bir başka oluyor. Önceki gün TBMM’deki sürpriz (hadi korsan! diyelim) çıkış örneğin. Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca, Gezi davası kapsamında tutuklanan Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararını Meclis kürsüsünde okuttu. Bunun üzerine iktidar partisi vekilleri Genel Kurul’u terk etti. Şaşırttı, AKP’lileri öfkelendirdi. Oysa sadece anayasanın gereğini yaptı. Ama ezber bozdu ya...
PROTESTOLARIN GÜCÜNÜ ASLA KÜÇÜMSEMEYİN
Aslına bakacak olursak dünyanın birçok yerinde öfkeler sokağa taşıyor, öyle bir dönemden geçiyoruz. Çoğu da öğrencilerin, gençlerin başrolde olduğu eylemler. Sırbistan’da tren garı kazası ile başlayan ve Başbakan Milos Vucevic’in istifa etmesiyle şimdilik hafiflemiş gibi görünen öğrenci hareketleri, Yunanistan’da benzer nedenlerle patlak veren son yılların en kitlesel gençlik gösterileri. Ardından Endonezya’da siyah giyinen öğrenciler ve muhaliflerin Indonesia Gelap (Karanlık Endonezya) adını verdikleri bir hareketin bayrağı altında toplanarak henüz iktidara gelmesinin üzerinden 100 gün bile geçmeden hükümete öfkelerini haykırması... ABD’de Trump karşıtı gösteriler...
Geçen yıl Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, Hindistan’da ve diğer ülkelerde çiftçilerin yeni kurallara karşı ayaklanması...
Belli ki insanlar halk hareketlerinin gücünü yeniden keşfetmişe benziyor. Bu keşfi, demokrasiden uzaklaşan siyasi rejimlere, adaletsizliklere, gelir eşitsizliklerine, yeteneksiz yöneticilere ve iklim değişikliğine borçluyuz.
Peki, bu protestolar sadece sokakları mı hareketlendiriyor, yoksa kalıcı değişimlerin de önünü açıyor mu? Şimdi bilim insanları hangi protesto türünün daha güçlü bir mesaj ilettiğini ve istenen değişikliği yaratıp yaratmadığını sorguluyor. Bu haftaki Herkese Bilim Teknoloji dergisi konuyu kapağa taşıdı. Ayrıntılı öğrenmek istiyorsanız bakabilirsiniz. Ancak şunu söyleyelim:
YÜZDE 3.5 KURALI
Amerikalı siyaset bilimci Erica Chenoweth ve Maria Stephen birlikte yürüttükleri bir çalışmada 1900 ve 2006 yılları arasında kaydedilen 300 sosyal hareket ile ilgili topladıkları verileri analiz etti. Bu verilere dayanarak bir ülke nüfusunun en az yüzde 3.5’ini harekete geçiren bir gösterinin başarılı sayılması gerektiğini ortaya koydular. Bu çalışma yüzde 3.5 kuralı olarak bilinen bir bulguyu bilime kazandırdı. Başka bir deyişle bir protesto, değişiklik yaratabilmek için bu düzeyde bir katılıma ihtiyaç duyuyor.
Protestoların ve diğer sosyal hareketlerin daha fazla ses getirmesini sağlayan unsurlar ise kısaca şöyle:
-Büyük gösteriler küçüklere oranlar daha fazla ses getirir.
-Şiddet içermeyen protestolar şiddet içerenlerden daha güçlü bir mesaj iletir.
-Birleştirilmiş hedefler dağınık taleplerden daha fazla dikkat çeker.
-Protestoların polis tarafından aşırı şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması, protestocuların medyadan ve dolayısıyla halktan daha fazla sempati toplamasına ve destek sağlamasına yol açar.
Son söz: “Gençler artık yalnızca izlemiyor; soruyor, sorguluyor, direniyor. Türkiye’deki ve dünyadaki örnekler bize şunu gösteriyor: Ezber bozulduğunda, değişim başlıyor. Sessiz çoğunluk ses vermeye başladığında ise o değişim durdurulamaz hale geliyor.”