Hukuk susarsa...
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Hukuk susarsa...

28.09.2018 09:00
Güncellenme:
Takip Et:

Bir toplumda yaşanan hukuksuzluk karşısında ilk önce ve en çok konuşması gerekenlerse hukuk insanlarıdır. Onlar da susarsa, sonsuza değin hukuk susar, vicdan susar.

Çok uzun bir dönem devleti ele geçirmek için devlet içinde (sözde gizli) örgütlenen “Gülen cemaati”, Cumhuriyet’i ve ulus devleti ortadan kaldırma projesinin bir gereği olarak, (Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb.) kumpas davalarında yargıyı hiç tereddütsüz bir silah olarak kullanmıştır. “Hukuk devletini” ve onun hukukunu tamamen araçsallaştıran kumpas davaları ile Türkiye’nin “derin devlet” ve “askeri vesayet”le hesaplaştığına, bağırsaklarını temizlediğine inanmamızı isteyen “devlet aklı” ve bir kısım neoliberal “solcu” zevatın etkili propagandasına rağmen, başta hukukçular olmak üzere, toplumsal muhalefetin yaşanan hukuksuzluğa karşı eleştirel duruşu ve tepkisi sayesinde bu davalar kamuoyunda umulan desteği bulamadığı gibi kamu vicdanında meşruiyet de kazanamamıştır. Bu durum kumpas davaların yargı önündeki çöküşünün nedeni olmasa da, o çöküşü büyük ölçüde kolaylaştırmıştır.
Ancak çok ilginçtir ki; aynı eleştirel duruşu, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile başlayan “Fetulahçı Terör Örgütü” (FETÖ) soruşturmaları ve davalarında kesinlikle göremiyoruz. Başta barolar ve hukuk kurumları olmak üzere, toplumsal muhalefet bu davalarda yaşanan hukuksuzluk karşısında adeta üç maymunu oynamaktadır.

Suç örgütü
Oysa anılan suç örgütünün devlet içindeki faaliyeti ve darbe teşebbüsü ile işlenen bu suçun şu an tutuklu yargılan veya hüküm giyen birçok failinin varlığı somut bir vakıa olsa da; bu davalarda tutuklu yargılananların veya hüküm giyenlerin birçoğunun da darbeci veya örgüt üyesi olmadığı; şu an tutuklu olan birçok şüpheli veya sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin dahi bulunmadığı da, maalesef ayrı bir vakıadır. Diğer yandan, (darbe teşebbüsünün hemen ardından gözaltına alınanlara uygulanan işkence ve insan haklarına aykırı muamele furyası bir yana) bu soruşturma ve davaların adil yargılanma ilkelerine uygun olarak sürdürüldüğünü söylemek de kesinlikle mümkün değildir.
Örneğin; yalnızca (darbe günü dolaşıma sokulan) sözde sıkıyönetim görevlendirme listeleri, Bylock ve kontörlü telefon aramaları baz alınarak Emniyet Genel Müdürlüklerince başlatılan soruşturmalar ve açılan davalara dayanak yapılan deliller ve bu delillere göre gerçekleşen tutuklamalar, tutukluluk incelemeleri, yargılama usulü ve verilen cezalar, başta Ceza Muhakemeleri Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Yargıtay içtihatları bakımından da ciddi anlamda sorunlu olup; bu yargılamalar ve tutuklamalar (yaratıkları mağduriyetler ve hak ihlalleri bir yana) yakın bir süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde Türkiye’nin başını ciddi biçimde ağrıtacaktır.

Üst akıl
Diğer yandan, anılan soruşturmaları (sözde) savcılık talimatıyla yapan ve esasen bu davaların “hukuki” temelini de atan Emniyet’e hâkim olan “üst aklın” tamamen düz bir mantıkla işleyen kurgusuna göre; anılan bu listelere, uygulamalara ve aramalara giren/takılan her kişi darbeci veya terör örgütü üyesidir. Bu kişiler hakkında gereken “delil”e ulaşıldıktan sonra, o “delilin” hukuki olup olmadığına, kumpas olup olmadığına hiç bakılmadan (bu arada anılan Görevlendirme Listeleri ve Bylock’daki kumpas deşifre edilmiş, bunlar tek başına delil olma niteliğini kaybetmiş ne gam!) o kişinin lehine olan başkaca hiçbir delilin araştırılmasına (bu yasal bir zorunluluk da olsa) hiç gerek yoktur. Duruma uygun fezleke (farazi tutuklama gerekçesi) hazırlanıp, şüpheli sıfatı ile yaftalanan o kişi artık “mevcutlu” bir şekilde ve tutuklanma garantisi ile yargının önündedir. Yasaya göre, bir hukuk insanı ve iddia makamı olarak, kolluğun topladığı deliller ve hazırladığı fezlekedeki “suç örgütü üyeliği” tanımı ile bağlı olmaması gereken Cumhuriyet savcısı, önüne gelen fezlekeyi hiçbir hukuk süzgecinden geçirmeden, doğrudan bir iddianameye dönüştürürken, önüne “mevcutlu” gelen şüpheliyi de usulen dinleyip (çoğu zaman da hiç dinlemeden) tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hâkimliğinin önüne gönderir. Bundan sonraki süreç de adeta otomatik işler: “Suçların ve cezaların şahsiliği” ilkesine göre öncelikle şüphelinin somut durumuna bakılması gerekirken buna dahi bakılmadan, topluca gelen diğer şüphelilerle birlikte o şüpheli de CMK’ya göre “kataloğ suç” kapsamında sorgusuz sualsiz tutuklanır; hiçbir delili karartma ve/veya kaçma ihtimali olmasa da yıllarca tutuklu kalır, usulsuz yargılanır; delilsiz, dayanaksız mahkûm olur; beraat etse bile hükmen verilmeyen cezasını tutuklu kaldığı sürede fiilen zaten çekmiş olur.
Bu hukuksuz sürecin mağduru da genellikle meslekten ihraç edilen memurlar, tutuklu yargılanan muvazzaf askerler, giderek zayıflayan devlet bürokrasisi, ordu, sair devlet kurumları; hızla kaybolan adalet inancı ve dolayısı ile varlığı yine tehdit altında olan “ulus devlet” olur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte yargının da yasama gibi tamamen siyasi iktidarın tasarrufu altına girmesi; tek elde toplanan yürütmenin açık anayasa ihlalleri ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile birlikte; yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin (somut uygulamalı örneklerle) ortadan kalkmış olduğu yeni sistemde ise; artık suçun değil suçsuzluğun ispatının zorunlu olduğu, bu ispatın takdirinin ise kanun yerine keyfiyete bırakıldığı, mahkemelerin nerdeyse yargıçlar tarafından değil, devlet kurumları adına davaları takip eden müştekiler ve vekillerince yürütüldüğü; bu davalarda savunmayı temsil eden avukatın ise kendisine zoraki tahammül gösteren yargının (siz devlet diye de düşünebilirsiniz tabii) bir nevi süsü olduğu, bu süsten de rahatsız olunduğunda savunmanın hâkim kararıyla çabucak göz önünden uzaklaştırılabildiği günümüzde, hukuk devleti’nin ve hukukun “devlet aklı” tarafından bir kez daha araçsallaştırıldığı apaçık ortadadır.

Barolar ve hukuk kurumları tehdit altında
Hal böyleyken, başta varlıkları en büyük tehdit altında olan barolar ve hukuk kurumları olmak üzere, sair toplumsal muhalefetin yeni kumpas davalarını bir anlamda meşrulaştıran derin sessizliği ne anlama gelmektedir?
Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla ya hukuk devletine, yargıya, dolayısı ile adalete olan güven tavan yapmış olmalıdır; ya da korku artık son kaleleri de teslim almış; geriye kalan vicdanları da karartmış olmalıdır. Bu derin sessizliğin mantıkla açıklanabilir üçüncü bir nedeni bulunmadığına göre; bu iki ihtimalden hangisini seçersek seçelim, toplumsal durumumuzun ne kadar vahim olduğu apaçık ortadadır. Bir toplumda yaşanan hukuksuzluk karşısında ilk önce ve en çok konuşması gerekenlerse hukuk insanlarıdır, avukatlardır. Onlar da susarsa, sonsuza değin hukuk susar, vicdan susar.

Av. Cem Alptekin

Yazarın Son Yazıları

Büyüyen eşitsizlik, yaygınlaşan yoksulluk - Sıtkı Ergüney

Ekonomide; fiyatlar genel düzeyindeki; artış “enflasyon”, gerileme “deflasyon”, duraklama ile birlikte yaşanan artış da “stagflasyon” olarak tanımlanır.

Devamını Oku
20.12.2025
Yenilmezlikler ve dokunulmazlıklar - Cengiz Kuday

Tarih, bazen büyük savaşlarla değil; küçük, sessiz ve ilk bakışta sıradan görünen olaylarla yön değiştirir.

Devamını Oku
20.12.2025
Hayvancılıktaki yol ayrımı - Gülay Ertürk

Türkiye bugün hayvancılıkta çok kritik bir eşiğe geldi.

Devamını Oku
19.12.2025
Devlet ve kalkınma - Prof. Dr. Bilin Neyaptı

Bir ülkede ekonomi yönetiminin temel hedefleri verimlilik ve adil bölüşümdür.

Devamını Oku
18.12.2025
Programda işçinin adı yok - Engin Ünsal

CHP 39. Olağan Kurultayı’nda tüzük değişikliği yaptı ve iktidar programını kabul etti.

Devamını Oku
17.12.2025
Yargı öyküleri - Ziya Yergök

Yıllar önce, 5 Ocak 1982’de Çetin Altan’ın Milliyet gazetesindeki “Şeytanın gör dediği” adlı köşesinde “Eski (Mahkeme Koridorları) sütununa özlem” başlıklı yazısında yer alan, bir ceza avukatının “Oturum” adlı anı kitabından alıntılanmış ilginç bir yargı öyküsüne değinmek istiyorum.

Devamını Oku
17.12.2025
Devletçiliğe dönebilmek... - Kemal Onur

Demokratik ve laik sosyal hukuk devletimizin kurucu lideri Atatürk’ün yönetimi döneminde; ülkemizin ulusal çıkarı açısından bilimsel anlayış ve duyarlı bir bilinçle, iç ve dış sermaye şirketlerinin çıkarları için vahşi madenciliğe kesinlikle fırsat verilmemiştir!

Devamını Oku
17.12.2025
Bu çığlığı duyun! - Mustafa Gazalcı

MESEM, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sözde mesleki teknik eğitim merkezleri uygulaması.

Devamını Oku
16.12.2025
ABD’nin esnek realist stratejisi - Nejat Eslen

11 Eylül’ün hemen sonrasında ABD, tek kutuplu dünya düzeninin verdiği cesaretle küresel egemen güç olmanın hayallerini kuruyordu.

Devamını Oku
16.12.2025
Çağdaşlık yolunda bir ömür - Hüseyin Karataş

Çağdaşlık eksikliğine ve dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Prof. Dr. Türkan Saylan...

Devamını Oku
13.12.2025
Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025