Emre Kongar
Emre Kongar ekongar@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir musibet bin Emre Kongar eder

28 Haziran 2019 Cuma

“TOPLUM BİLİMSEL AÇIDAN BÜYÜK DEMOKRASİ İTTİFAKI” başlıklı dünkü yazımı “Atalarımızın ‘BİR MUSİBET BİN NASİHATTAN İYİDİR’ sözü önünde şapka çıkarıyorum!” diye bitirmiştim.
Bugün o cümlemin açıklamasını yapmaya çalışacağım:
Özetle; “Hizmetkâr” olarak seçilmiş bulunan iktidar, Demokratik Rejimi tahrip edip, halkı ezmeye başlayınca, toplum (hem partiler, hem de halk) birdenbire, nefes alamaz duruma geldi, benim kırk yıldır anlatmaya çalıştığım “Demokrasinin ilkelerini ve değerini” fark etti. İstanbul seçim sonucu budur.

***

Tarih boyunca, sadece Anadolu ve Trakya’da değil, bütün dünyada, binlerce yazar, düşünür, filozof, siyaset bilimci, milyarlarca kez, YÖNETİCİLERİN ASLINDA HİZMETKÂR OLDUKLARINI açıklamış, yazmışlardır.
Yönetcilerin, halkların hizmetkârı olduğu sadece Demokratik Rejim için belirtilmemiştir:
Örneğin, bütün dinler, yöneticileri, topluma adalet ve refah getirmekle yükümlü kılar.
Çeşitli âlimler yazdıkları “Nasihatnameler”de, kralların, imparatorların, şahların, padişahların, topluma nasıl iyi hizmet edebileceklerini anlatmışlardır.
Yani yöneticinin, halkın “Hizmetkârı” olması son yıllarda icat edilen bir kavram değildir; devlet ortaya çıktığı andan beri tartışılan bir konudur.

***

Elbette, yöneticiler ile halklar arasındaki “hizmet” ilişkisi, anayasal olarak, ancak Demokrasinin icadı ve gelişmesiyle bugünkü niteliğini kazanmıştır:
Her seçim döneminde, yöneticiliğe talip olan politikacılar, halka, en iyi “hizmetkârın” kendileri olduğunu anlatarak seçmenlerden oy isterler.
Seçmen de, “meşru olarak zor kullanma gücüne sahip olan devleti”, kendisine en iyi hizmet edeceğini düşündüğü “hizmetkârına”, belli bir süre için, bir dahaki şeffaf ve âdil seçime kadar emanet eder.
İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır:
Ya seçilmiş olan politikacı, yani “Hizmetkâr”, devlet gücünü eline geçirince, halka hizmet etmek yerine zulmetmeye başlarsa ne olur?
Seçim yoluyla gelen Hitler’in Demokrasiyi tahrip etmesini engelleyemeyen Batı, bu kötü örneğin bedelini İkinci Dünya Savaşı ile ödemiştir.
Hitler’den ders alan insanlık, Demokratik Rejimi korumak ve geliştirmek için, bütün insanları doğuştan eşit sayan “Temel Hak ve Özgürlükler” anlayışını kabul etmiş ve bu anlayışı korumak için de iktidarın, (hayır, hayır, iktidarın değil) “Hizmetkâr”ın, bütün icraatını Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi kılmıştır.

***

Türkiye, Demokrasi konusudaki ilk musibeti, Demokrasi sayesinde iktidara gelip, Demokrasiyi katleden Demokrat Parti dönemindeki süreçte yaşamış ve bunun bedelini de maalesef Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın hayatlarıyla ödemiştir.
Ne yazık ki aynen 1946 ve 1950’de olduğu gibi, 1960’ta da, toplumsal/ekonomik ve siyasal koşullar yeterince olgunlaşmadığı için bu “musibet süreç” “bin nasihattan evla (yeğ)” olamamış, 1961 Anayasası’na rağmen ülkede Demokrasi yerleşememiş, iç ve dış “köktendinci emperyalistlerin” etkisiyle yapılan 12 Mart ve 12 Eylül Askeri darbeleriyle, Demokrasi yeniden tahrip edilmiştir.
Toplum, bu tahribat sonrasında Demokrasiyi sadece kendi çıkarları için isteyen iç ve dış köktendinci emperyalistlerin yönlendirmesi ve etkisiyle, dinci siyasetten gelen ama bu gömleği çıkardığını iddia eden bir partiden, Demokrasiyi kurmasını beklemek gibi tarihsel bir hata daha yapmıştır.

***

Toplumun bugünkü noktaya nasıl geldiğini herkes bilmektedir; onun için gerek Birinci Silivri Trajedisini, gerekse eşitsiz ve adaletsiz koşullarda kimileri yasalara bile aykırı olarak yapılan seçimleri ve halkoylamalarını tekrar anlatmanın bir yararı yoktur.
Sadece, bütün Temel Hak ve Özgürlüklerin tehlike altında olduğu, insanların idari kararlarla işlerinden atıldığı, garip yasa maddelerine dayanılarak hapsedildiği, özgür medyanın tamamına yakın bölümüne el konulduğu, yargının ve yüksek yargının bağımsızlığını yitirdiği, üniversitelerin özerkliğinin kaldırıldığı, eğitimin perişan edildiği, büyük kentlerin yağmalandığı, kamu kaynaklarının hortumlandığı, Parlamenter Demokrasi’nin lağv edildiği, ülkenin kaderinin “ucube bir anayasa” ile “Tek Bir Kişi”nin eline bırakıldığı bir noktada olduğumuzu anımsatmakla yetineceğim.
İşte “Demokrasinin yok edildiği bu dönem” bir süreç olarak “Demokrasinin ilkeleri ve değeri” konusunda yaşanan ikinci bir eğitici “musibeti” vurguluyor.
Üç büyük kent başta olmak üzere yerel seçimlerde Hizmetkâr/İktidarın yaşadığı gerileyiş işte bu “musibet etkisidir” diye düşünüyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Filler savaşında Türkiye 12 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları