Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Barış Korkusu!
İsrail-Filistin sorununun barışçı çözümü ne zaman gündeme gelse insan biz bu filmi kaçtır görüyoruz diye düşünmekten kendini alamamakta. Kırk yıllık yakın tarih barış - savaş gelgitleriyle doludur. Daha birkaç yıl önce George W. Bush’un parlak vaatlerle art arda düzenlediği iki Annapolis konferansı ile yakın bir süre önce Başkan Barrack Obama’nın aynı yöndeki barış girişimlerine bakıldığında Annapolis’in barış açısından Başkan Obama’nın girişiminden çok daha şanslı başladığı söylenebilir. Ama sonuçta her iki başkanın barış girişimlerinin, İsrail’i yönetenlerin çeşitli bahaneler ileri sürerek barışı çıkmaza sokmalarıyla sonuçlandığı kimse için sır değildir. W. Bush’un art arda gelen iki barış girişimi, çok sayıda yorumcu tarafından barışın anahtarı olarak görülen kolonizasyonun Filistin otoritesi tarafından, görüşmeler süresince ‘dondurulması’ isteminin İsrail yönetimince kabul edilmesi, en azından başlangıçta umut yaratmıştı. Ancak görüşmeler ilerledikçe İsrail sudan bahanelerle kolonizasyonun dondurulmasına ilişkin ‘moratoryum’un süresini uzatmayı reddetmesiyle görüşmeler çıkmaza girmiş, İsrail’in bu tavrının Başkan W. Bush tarafından da haklı görülmesiyle görüşmeler bilmem kaçıncı kez başka baharlara ertelenmişti. Başkan Obama’nın yakın tarihteki barış girişimi ise Annapolis’ler gibi umut verici olarak başlamamış, ancak buna karşılık İsrail Başbakanı Netanyahu’nun pek hoşuna gitmese de Başkan Obama’nın sorunu açık ve net bir biçimde ortaya koymasıyla yola koyulmuştu. Başkan Obama’nın 1967 sınırları içinde Doğu Kudüs başkentli bir Filistin devletinin kurulmasıyla ilgili açıklamaları İsrail Başbakanı’na görüşmeleri daha başlamadan çıkmaza sokacak bahaneyi vermekte gecikmemişti. Nitekim Netanyahu o sıralarda toplanan ABD’nin en güçlü Yahudi lobi örgütü AIDAC’ın da etkin desteğiyle Amerikan Kongresi’nde Başkan Obama’yı sunduğu barış planı için sert biçimde eleştirmiş, ayakta alkışlanan konuşmasıyla da başkanın geri adım atmasını sağlamıştı. Ne ki bu Obama’nın havlu attığı anlamına da gelmiyordu. Nitekim o günden bugüne gelişen olaylar İsrail Başbakanı’nı zora sokmuş görünmektedir. ‘Arap Baharı’, tüm karmaşaya karşın sürüyordu. Gazze ile Ramallah arasında birlik sağlanmıştı. BM’nin eylül oturumunda, Avrupa Birliği başta olmak üzere çok sayıda üye devlet tarafından Filistin’in üye olarak kabul edilmesi neredeyse kesindi. Ayrıca Netanyahu’nun ülkesinde kırk yıldır eşi benzeri görülmemiş sosyal patlamalarla başı iyice dertteydi. Ekonomik bunalımdaki halk sosyal adalet talep ediyordu. 250 bini aşkın kişi sosyal haklar için sokaklardaydı. Bu kabinede bazı görüş ayrılıklarının da önde gelen nedenleri arasındaydı. Özetle Netanyahu yönetiminin başı fena halde beladaydı. Üstelik BM’nin Filistin’i üyeliğe kabul etmesini önleme girişimleri sonuç vermemiş; Netanyahu’nun Filistin’in üyeliğine karşı çıkacak en ez otuz üye ülke bularak hiç değilse “moral çoğunluk” sağlama girişimi ise sonuç vermekten ve tıpkı Amerikan vetosu gibi güvenilirlikten uzak görünüyordu (1).
\nİşte tam da bu sırada İsrail Başbakanı, El Arabiya televizyonundan beklenmeyen bir öneride bulundu. Filistin’in üyelik için BM’ye başvurmaktan vazgeçmesi koşuluyla barış görüşmelerine hazırdı. Ne ki “can çıkar, huy çıkmaz” İsrail’de oyun bitmez. Dünyanın en saf ülkelerini bile kandıracağı kuşkulu bu çocukça koşulun, görüşmeleri daha başlamadan çıkmaza sokmayı amaçladığı kimse için sır değil. Diğer taraftan bu beklenmedik girişim Netanyahu’nun şu sıralar ne tür bir çaresizlik içinde kaldığını da ortaya koymaktadır. Filistin Devleti’nin BM’ye üyeliğinin kabul edilmesinin barışı engelleyeceği nereden çıkarılmaktadır? Filistin Devleti BM’ye üye olduğunda, haklı davasında artık salt Filistinliler ve onun haklı davası yanında yer alan bir avuç ükeyi değil, barışa yanaşmayan ve silah zoruyla yıllardır gasp ettikleri toprakları ilelebet iç etmeye çalışan müstevli takım, karşılarında dünya ülkelerinin çoğunluğunu bulacaklardır. Ayrıca barış, salt Filistin’e, bölgeye değil İsrail için de yaşamsal ölçüde gereklidir.
\n___________________________________
\n(1) ABD’nin Filistin’in BM üyeliğine kabul edilmesini veto etmesi, kendisiyle çelişkiye düşmek anlamına gelmektedir. Ayrıca, konunun uzmanlarına göre, 1950 yılında kabul edilen bir karar, Güvenlik Konseyi’nin üyelerinden birinin BM Genel Kurulu’nun aldığı kararı veto etmesi durumunda Genel Kurul’a Güvenlik Konseyi’nin yetkilerini kullanma imkânı sağlamaktadır. (Le Monde)
\n\n\n
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
-
Alfa Romeo'nun ilk elektrikli modeli: Junior Elettrica
-
'Kayyum atamaları, hukuksuzluk ve kontrollü kaos'
-
AKP’de kongre öncesi hazırlığı devam ediyor: Prof. Kalay
-
Emeklilerin Gözü Bayram İkramiyesinde: Beklentiler Karşı
-
Hutbelerde Bunlara Dikkat Edin!
-
Ekonomist Atilla Özkan'dan Şok Eden Enflasyon Yorumu!
-
Trump döneminde ABD ve dünya nereye gidiyor?
-
Yurttaşın Ekonomi Çığlığı:
-
'Erken kaos bekliyorum' Fatih Ergin açıkladı!
-
Türkiye’de siyasi ve toplumsal baskı artıyor
En Çok Okunan Haberler
-
İmamoğlu'ndan YÖK raporuna suç duyurusu!
-
Hukuksuzluk bitti, gazetecilik beraat etti
-
İktidarın 'anayasa' hesapları
-
Okuyan'dan kritik değerlendirme
-
Özel'den TBMM Başkanı Kurtulmuş'a 'süreç' çağrısı
-
Çakarlı cipin sahibi ne kadar vergi ödedi
-
O şartı sağlayanların aylıkları artacak!
-
Yılmaz Erdoğan'dan Bahçeli'ye 'teşekkür' telefonu
-
Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler tutuklandı!
-
Alaattin Köseler görevden uzaklaştırıldı!