Ahmet Taner Kışlalı, 22 Ağustos 1999 günlü Cumhuriyet gazetesindeki “Fils de…” başlıklı yazısında bir anısını aktarmıştı. 12 Eylül’ü izleyen dönemde Selimiye Camii için bir kurul toplanmış. Mimar Sinan’ın ustalık dönemi yapıtı bu caminin olası bir depreme karşı dayanıklılığını artırmak için kubbe alt kenar sıvasının kazınıp çelik bir kuşakla çepeçevre kuşatılması önerilmiş. Bir bölüm kazındığında ortaya çıkan görüntü kurul üyelerinin şaşkınlığına yol açmış. Çünkü Mimar Sinan, camiyi yaptığında ileride yaşanabilecek olası bir depreme karşın önlem olarak kurulun aklına gelen düşünceyi 400 yıl önce gerçekleştirmiş.
Büyük sanatçı olmak böyle bir şey galiba; düşünceleriyle çağının ötesini görebilendir o. Yapımına 1568’da başlanıp 1574 yılında tamamlanmış cami. 2011 yılında Unesco tarafından Dünya Mirası olarak tescil edilen yapı olağanüstü özelliklere sahip. Zaten böyle olduğu için söz konusu listeye alınmış. Klasik Osmanlı camilerinde görülen, dört yarım kubbe üzerinde yükseltilmiş bir ana kubbe sistemini terk etmiş usta Sinan. 31.25 metre çapındaki kubbe 8 sütuna dayalı bir kasnak üzerine oturtulmuş. Kasnak, fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlanmış. Böylece büyük ölçekli kubbe ağırlığının taşınma sorunu çözümlenmiş oluyor.
ÖZGÜN KİMLİK YOK OLUR
Teknik özelliklere fazla dalmadan yeniden vurgulamak gerekir ki, Selimiye Camii sanatın yüz akı örnekleri arasında tartışmasız bir dünya örneğidir. Yüzyıllardır Edirne’de bulunduğu yerden hepimizi izleyen yapıt son günlerde yeniden gündemimizde yer almaya başladı.
Yazılanlara bakılırsa kubbe içinin yeniden restore(!) edileceği haberleri dolaşımda. Yakın zamanlarda yaşananlara bakılırsa ortada yine bir klasik uygulama örneği var! Dünya ölçeğinde bir büyük sanat yapıtına, Selimiye’ye yapılması düşünülen müdahalenin onun özgün kimliğini yok edeceği bilinmelidir. Hele de Osmanlıcılık hayranlığının görünürde yükseldiği bu dönemde böyle bir işlemin doğru olmaması beklenir.
Usta mimarın imzasını taşıyan söz konusu cami, her taşından en küçük süslemesine değin bir dönemin, bir kültürün ve bir dünya görüşünün simgesi sayılır. Kubbe içinin süslemelerini silmek, yazılarını değiştirmek gibi yapıtın kıyısına köşesine dokunmak ilkel düşüncelerin ürününden başka bir şey değildir.
Toplumların çağdaş dünya ailesi içinde yer alabilmesi sahip oldukları kültürel düzeyle ilintilidir. Son yıllarda bizdeki uygulamalara bakıldığında restorasyonun hangi koşullarda ve kimler tarafından yapıldığının çok sayıda olumsuz örneği görülecektir. Yapıtları şöyle ya da böyle özgün durumundan dönüştürmek ise geri kalmışlığın tipik bir göstergesi sayılır.