“İnsanın temel özgürlüğü, yaşamını daha iyi kılma özgürlüğüdür. Kültürün gelişebilmesi bu özgürlüğe bağlıdır ve yaşamını daha iyi kılma özgürlüğü üzerine konuşulmazsa, özgürlükle kültür üzerine söz etmenin anlamı yoktur” diyor Bertolt Brecht.
Günümüzde yazarlara tam da bu anlamsızlık dayatılıyor. Gerçekçiliğin buzdolabına konulduğu koşullarda toplumcu gerçekçilikten söz etmek bir başka çocukluk mu acaba? Öyle olmalı. Çünkü insana yakışan, insana en yakın olan bir çocukluk kaldı…
Her şeyin metalaştırıldığı, mistikleştirildiği, magazinleştirildiği, sanallaştırıldığı bu yaşam biçiminden kültür, sanat, edebiyat da çokça pay alıyor elbette. Edebiyatın da konuları, sorunları, yöntemleri, ilişkileri, tartışmaları, hatta dili de teslim alınıyor. Toplumsallığını bırakın insaniliğin bile kırıntısının olmadığı konulara hapsedilen bir edebiyatla baş başa bırakılmak istendiğimiz açıkça görülüyor.
Bu koşullarda durmak, kalıplaşmak, değişime kapalı olmak gerçekçi yöntemi kılavuz belleyenlere yakışmaz. Gerçekçilik, düşündürmeyi engelleyen anlayışlara dur demiştir.
Temeli insancıllık olan; yaşamı ve dünyayı anlamanın, algılamanın, estetize etmenin, aktarmanın, yansıtmanın, dönüştürmenin bir yöntemi olan gerçekçiliği, onun sınıf savaşımının tarihselliği ve kazanımlarından beslenen toplumcu gerçekçiliği, var olduğu temelden koparmadan günümüzde uygulamak hiç de kolay değil. Bu noktada, insanlığın yüzlerce yıllık savaşım birikiminin ürünü olan ama yaşadığımız küreselleşme koşullarında yenilgiyi geçici de olsa kabullenmiş olan bir düşünüşün ve sistemin yok olamayacağı gerçeğinin yol gösterici olacağı kesindir. Bu yol göstericilik, insanın, emeğin, özgürlüğün savunulması; sömürünün, eşitsizliğin, adaletsizliğin ortadan kaldırılması savaşımının birikiminden, deneyiminden, tarihinden kaynaklanmaktadır.
Karanlığa, umutsuzluğa karşı çıkmak edebiyatın doğasındadır. Maksim Gorki’nin “İnsan, ne onurlu sözcük”, Brecht’in “İnsan olmak büyük bir şeydir. Hayat çok kısadır bunun için” sözleri aynı özün anlatımıdır. İnsanı acınacak, yetersiz, zavallı, perişan, umutsuz olarak görüp salt bu yanları öne çıkaran bir edebiyata karşı, insana taşıdığı olanaklar açısından iyimserlikle bakanların safındadır gerçekçilik.
Bugünün dünyasında gerçekçilik, insandan, insanilikten yana, insancıllık temeli üzerinde var olmayı sürdürecektir. Çünkü her şeye karşın yazarın, çağının katıksız ürünü olmak zorunda olduğu bilinci hâlâ geçerlidir. “İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir” önermesi, yaşamın, sanatın yol göstericisidir. Orhan Kemal “insani gerçekçilik” diyordu buna.
Cumhuriyet’te 15 Şubat’ta yayımlanan yazısında Adnan Binyazar, “Yalnızca yetişkinler için değil, gençlerin yaratıcı dünyasını aydınlatmak için önemlidir klasikler” derken bu gerçeği vurgulamıştı. İnsanlığın Stendhal, Balzac, Flaubert, Dickens, Gogol, Turgenyev, Dostoyevski, Çehov, Gorki, Şolohov, Hemingway, Steinbeck gibi gerçekçiliğin öncülerini okumaya devam etmesi, Binyazar’dan esinlenerek söylüyorum: “Yaşam tarihinin temeli”ni atarken “Her çağın duygu-düşünce kaynağı olan klasikler”den beslenenler, umutla dolarlar, yaşamlarına anlam katarlar, insanlaşırlar.
Dünyanın, yurdunun edebiyat birikimine sahip çıkmak gerçekçiliğin temel ilkelerindendir. Birikime dayanmak, düşünce ve edebiyat birikimini bugünlere, yarınlara taşımak gerçekçiliğin muradıdır. Öğrenmenin başısonu yoktur. Asıl olan, sürekli öğrenme, “öğrenirken öğretme öğretirken öğrenme”dir.
Öğrenirken öğretme öğretirken öğrenme
Yazarın Son Yazıları
Doğan Kuban (1926-22 Eylül 2021) 90. yaşına yaklaşırken “kendi varlığına güvenmesini sağlayan bir ulusal kimliği tanımlamak için” yazdığı “Neden Türk’üm? Nasıl Türk’üm? Niçin Türk’üm?” başlıklı yazısına...
İnsanlığın özgürlük arayışında yüz akımız olan, dünyaya kattıklarıyla geleceğimizi güzelleştiren, örnek yaşamlarıyla namuslu olmanın ve namuslu kalmanın erdemini öğreten, ömürlerince doludizgin bir uzun koşuya çıkan değerlerimiz var.
“Barut dolu silahlarıyla geldiler/ Ateş buyruğu verdiler acımadan/ Şarkı söyleyen bir halkla karşılaştılar/ Sevgiyle ve görev aşkıyla birleşmiş bir halk...”
Devrimci bir insandı.
İnsan ömrünün bir kısmı olan on yıllar, toplum yaşamının duraklarıdır.
Bilim, eğitim, siyaset, ekonomi, basın, spor, kısacası yaşamın her alanındaki yaşanmışlıklar birbiriyle iç içedir.
“Bir insanın neler yapabileceğini gösteren 20. yüzyılın olağanüstü lideri” olarak tanımlanan Atatürk için Fransız tarihçi Jean Paul Roux şöyle diyor:
Cumhuriyet’in 102. Yılında Anılarımız (Haz. Gülseren Ünsün Engin, İzan Yay.) adlı kitapta yer alan “Cumhuriyet insan olmanın yolunu yordamını öğretti” başlıklı yazımdan aktarıyorum:
1963’ten, ilkokul beşinci sınıftan beri Cumhuriyet’i okuyan şanslı kişilerdenim.
TV programları, reklamlar, okullarda derslerin işleniş biçimlerinden örneklerle sistemin sürekliliğini sağlayan burjuva eğitim sistemine yönelik eleştirilerle dolu Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur? (Gözlem Y., 1976) adlı kitap uzun süre elimden düşmemişti.
Eğitimle güzelleşmek
Papatyaların kırlardaki, çocuklarımızın uykularındaki gülümseyişi çiğnenirken yalnız ve yaralı çocuklarını bağrına basan sağır ve büyük okyanus halka, umudun türkülerini çığırdı, günlerine güller serpti Metin Demirtaş (17 Mart 1938- 27 Eylül 2014).
Toplumsal muhalefet ayakta
Ahmed Arif’in deyişiyle Nuh’a beşikler veren, Havva Ana’yı dünkü çocuk sayan, fukaralıktan utanan, çıplaklıktan fideleri üşüyen, harmanı kesatlaştırılan, binlerce yıl sağılan...
Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla Sevr dayatmasını tarihin çöplüğüne gömerek emperyalist paylaşımın tasarılarını kursaklarında bırakan Cumhuriyetimize saldırılar, kuruluşundan beri durmadı.
3 Eylül 1971’de kurulan TÖB-DER’in kapatılmasıyla örgütsüz bırakılan devrimci öğretmen hareketinin 12 Eylül sonrası ayağa kalkarken attığı ilk adımı olan abece dergisinin ilk sayısında (Ocak 1989) çıkan yazım geldi aklıma.
"Eğer bir ulus iktidarda bulunan kişilerin onursuzluğunu, alçaklığını, hırsızlığını, yalnızca kendi siyasal görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o ulus erdemini yitirmiştir."
Düşünmek, düşünmeyi sağlayacak birikimi edinmek, bu birikimin verdiği dünyaya bakışla gördüğünü, öğrendiğini, duyumsadığını sergilemek yaşamın insana yüklediği bir görevdir.
Ömrün anlam kazanmaya başlaması, yaşamın öznesi olma yolunda atılan adımlara bağlıdır.
“Ne yapılabilir?” diye düşünürken duyguyu bilginin süzgecinden geçirerek bilince dönüştüren...
“Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir...
Doğumlardan ölümlere kendi yolunda yürüyor yaşam.
Sokak röportajında “Hükümete oy verip muhalefetten hesap soran bir toplum” olduğumuzu söylüyor biri.
Bir üniversite amfisinde kürsüdeki hocanın sırada oturan bir öğrenciye, “Sen, ikinci sıradaki mavi ceketli, adın nedir” sorusuyla başlıyor video.
Doğa ve yaşamla bütünleşen edebiyat, zamanla yarışır ve zamanı dünden yarına taşır.
Dünyaya egemen olmaya çalışan günümüz imparatorluğunun tek kutuplu bir gelecek hülyasının yarattığı vahşi bir gerçeklik var insanlığın aynasında...
“Evangelist Hıristiyanlık”la “Siyonizm”in “Arap Müslümanları”yla birlikte “Şii İslamlığı”nı hedefine aldığını söylersek İsrail’in İran’a saldırısını açıklamak çok kolay olur ama gerçek bu değil.
Yurt ana kucağıdır, baba ocağıdır; insanın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı, sevdiği insanların olduğu, dilini konuştuğu yerdir.
1969’da öğretmen okulundaki duvar gazetemiz Gerçek’te, “Vietnam direniyor, çünkü Mustafa Kemal’in direnerek kazandığını biliyor” yazmışım.
Türkülerimiz bağrında toplumsal eleştiriyi taşır, dönemlerini, zamanı aşarak, yaşamı zenginleştirerek geleceğe akar.
…Eğitirler seni olanaksızlıklar ortasında… Her yer eğitim alanı, her an eğitim anıdır. Dünyayı sevmeyi öğrenirsin...
Birinci Dünya Savaşı Mondros Ateşkes Antlaşması’yla sona erdiğinde Türk süngülerinin bulunduğu yerlerin “vatan toprağı” olarak kabul edilmesiydi Misakı Milli.
Esenlikler
Yaşasın Cumhuriyet
Evet, hâlâ Köy Enstitüleri
Gençlik, dergiler, ödüller
Yüce kalabalığın umudu
Bahara giderken
‘Bütün umudum gençliktedir’
Örnek bir beyaz gömlekliyi uğurladık