Düşünmek, düşünmeyi sağlayacak birikimi edinmek, bu birikimin verdiği dünyaya bakışla gördüğünü, öğrendiğini, duyumsadığını sergilemek yaşamın insana yüklediği bir görevdir.
Bu görevini; düşünerek, kendisi olarak, yeteneklerini geliştirerek, öğrenerek, vicdanlı olarak, aklını ve elini kullanarak, korkuyu yenerek, karşı çıkma cesareti göstererek, başkaldırarak, eyleme geçerek özgürleşir ve insan olur insan.
Küresel emperyalizmin işbirlikçi egemenleri aracılığıyla yoksullaştırıp sadaka toplumuna dönüştürerek çaresizliğe sürüklediği toplumlara boyun eğdirmek için ırkçı, dinci öğelerle amansızca saldırdığı günlerde, “ulus devlet” yerine kendisine teslim olan yöneticilerin yönettiği ülkelerin dayatıldığı BOP’a Ortadoğululaştırma, ümmetleştirme eklendi.
Bu gidişle insan yalnızlaşıyor, bunalıyor, insan olmaktan çıkıyor.
İNSAN OLMA ÜTOPYASI
Tanpınar’ın Mahur Beste romanındaki şu sözleri sosyal medyada sıkça paylaşılıyor:
“Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?.. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü?.. Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. Sen cilt yapıyorsun; şiraze nedir bilirsin. Bizde insanoğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor... İnsanı yenibaştan, yeni esaslarla kurmamız lazım; yeni kıymetlerle yaşayan bir insan. Halbuki bu imkânsız...”
Atatürk’ün “yurttaş”, Lenin’in “yeni insan” arayışı, bu olanaksız denen ütopyanın gerçekleştirilmesi için amaçlanan güzelliklerdir.
Küresel emperyalizmin “ümmetleştirme” politikası, bu güzelliklere, “yurttaş”lığa, “yeni insan”a saldırıdır ve bugün “Ol sevda” yaralıdır:
“Dağlarının, dağlarının ardı/ Nasıl anlatsam.../ Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz./ Çırılçıplak,/ Vay kurban.../ ‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.’/ Yiğitlik, sen cehennem olsan bile/ Fedayı kabul etmektir,/ Cennet yapabilmek için seni,/ Yoksul ve namuslu halka./ Bu’dur ol hikâyet,/ Ol kara sevda”...
YAŞAMIN NERESİNDEYİZ?
“Ol sevda” yaralı ama tarihi, karanlıklarla savaşıp onu aydınlıklara dönüştürmekle dolu olan insanlığın, küreselleşme belasının da üstesinden gelebilecek aklı vardır.
İnsan, aklının kavradığı bilinçle, dününden aldığı duyarlılıkla, geleceğin sahibi olduğu kararlılığıyla kendisinin yarattığı bu karanlığı da aydınlığa dönüştürecektir.
İnsana saygı gösteren, insana birbiriyle ve doğayla kardeşçe yaşayabileceği olanaklarını ve ütopyasını sunan bir örgütlenme biçimi mutlaka bulur insan.
İnsan, insan olmaktan çıkmamak için “Yaşanan tarihin neresindeyim?” diye sorar kendine ve Ahmed Arif verir yanıtını “Vay Kurban” şiirinde:
“...Seni sevmek,/ Felsefedir kusursuz./ İmandır, korkunç sabırlı./ İp’in, kurşun’un rağmına,/ Yürür pervasız ve güzel./ Sıradağları devirir,/ Akan suları çevirir,/ Alır yetimin hakkını,/ Buyurur, kitabınca.
Gün ola, devran döne, umut yetişe,/ Dağlarının, dağlarının ardında,/ Değil öyle yoksulluklar, hasretler,/ Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,/ Bir tek zeytin dalı bile yalnız.../ Sıkıysa yağmasın yağmur,/ Sıkıysa uyanmasın dağ./ Bu yürek, ne güne vurur.../ Kaçar damarlarından karanlık,/ Kaçar, bir daha dönemez,/ Sunar koynunda yatandan,/ Hem de mutlulukla sunar/ Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,/ Sunar, pırıl pırıl, sebil,/ Ömrünün en güzel aşk hasadını,/ Elimizin hünerinde yeryüzü./ Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,/ Bir’e on, bir’e yüz’le akşama gebe/ Şafakla doğan işgücü./ Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,/ Ol kitapta böyle yazılıdır,/ Ol sevda, böyledir çünkü...”
İnsan olmak ne zormuş!