Yazı günüm yönetim tarafından tek bir gün, pazar günüyle kısıtlandığından beri pek çok şeyi size sıcağı sıcağına anlatamıyorum. Oysa biliyorsunuz yaşadıklarımı paylaşmayı severim, kısaca hikâye anlatmayı severim.
Üzerinden bir hafta geçse de o muhteşem seçim günü yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorum hepinizin o günle ilgili pek çok anısı var, onların yanına benimkini de ekleyin.
Her şey çok çabuk oldu, öyle diken üstündeymişim ki, Binali Yıldırım konuşacak dediklerinde elim ayağım boşaldı, şimdi gene çıkıp “ben kazandım” diyecek, diye ödüm koptu. Neyse ki, farklı bir konuşma duydum. Binali Yıldırım rakibi Ekrem İmamoğlu’nu tebrik ediyordu. İşte o anda evlerin pencereleri açıldı, kiminde bayrak, kiminde düdük, insanlar çılgınca alkışlıyorlardı. Kazanmıştık!
Birden üstünde bulunduğum cadde korna sesleriyle inlemeye başladı ve ben kendimi sokağa attım. Birden anımsadım, Gezi eylemlerinin başladığı gün de böyle kendimi sokaklara atmıştım. Evimden Bağdat Caddesi’ne doğru yürümeye başladım. İmkânsızdı, insanlar akın akın caddeye doğru yürüyorlardı. En çok da çocuklar, kiminin elinde bayrak, kiminin elinde evde bırakmaya kıyamadığı bebek, kiminin elinde babasının, annesinin katıldığı halayları, oyun havalarını çekmek için cep telefonları. Ve ne çok genç insan!
Kendime söz vermiştim, dört seçim önce, o zaman HDP’nin baraj altında kalması söz konusuydu ama işte kalmamıştı. O gün sokakta şıkır şıkır oynadım, o günden sonra da kazandığımızda oynamak sözünü kendime şiar edindim.
Ama o da ne, hiç yalnız değildim. Yüzlerce insan halaya durmuş, döne döne caddeyi boydan boya yaşam sevinciyle doldurmuşlardı. Anneler, babalar küçücük çocuklarının minnacık ellerinden tutup vals yapıyorlardı, ötede bir anneanne on yaşlarındaki torunuyla gözlerinden yaşlar akarak dans ediyordu. Cadde silme güzellik dolmuştu. O sırada haber geldi, Kadıköy’de Boğa’nın çevresinde ve Yoğurtçu Parkı’nda toplanılıyor. Bulunduğum yerden Yoğurtçu Parkı epeyce uzak, olsun yürürüm. Gezi’de de yürümüştüm ya, ama unutmuşum 6 yıl geçmiş tam caymak üzereyim, mucize gibi bir taksi tam yanında bitiyor, atlıyorum, Yoğurtçu Parkı diyorum, “çok kalabalık oraya gidemem, sizi yakında bir yerde bırakırım” diyor eyvallah. Araba yola koyuluyor, birden taksi şoförü “Ben AKP’liyim” diyor, tamam hiç konuşmamam gerek ama şoför devam ediyor, “bize iyi oldu, ağzımızın payını aldık” diyor “Nasıl?” diyorum, “Kardeşim çıkacaksın halkın bir kısmına Yunan diyeceksin, bir kısmına Sisi diyeceksin, Suriyelileri kendi halkından daha çok kollayacaksın, bakanların acayip benzin yakan uçaklarla maç izlemeye gidecek, sonra da oy isteyeceksin! Yemezler!” Ben susuyorum, “Yahu benim çocuğum iki yıldır iş arıyor, yok yok! Bak ben saatlerdir yüz lira toplamak için direksiyon sallıyorum, adam hop gidip bankamatikten en az iki bin lirayı alıp keyfine bakıyor. Olacağı buydu, bize iyi oldu.”
Şoför daha çok içini dökecek ama Yoğurtçu Parkı’nın yakınına geldi, “Hoşça kalın, her şey güzel olacak” diyerek arabadan iniyorum. Yoğurtçu Parkı rengârenk, en çok da gençler, hani boyunlarına sarılıp öpesim var. Halaylar coştukça coşuyor, yer gök gökkuşağının tüm renklerine bürünmüş gibi. Kürtçe, Türkçe, Lazca, Ermenice şarkılar birbirini izliyor. Herkes birbirini seviyor, herkes birbirine saygılı, yaşlılara hemen oturulacak yerler bulunuyor, ben de yaşımı belli edip bir yere kuruluyorum. Arada sırada yaş belli etmek iyidir.
Saat kaç bilmiyorum, Yoğurtçu’dan Kadıköy’e yürüyüp bir minibüse biniyorum. Minibüs tıklım tıklım dolu, kiminin elinde bayrak var, kimi çok yorgun, benim yanımda iki tane gencecik kız duruyor, oyları yerine teslim edip gönül rahatlığıyla evlerine gidiyorlar, hemen kalkıp onlara yer veriyorum. Onlar oturmamak da ısrar ediyorlar, artık yaş baş mühim değil. Onlar oturacak! Minibüste bir coşku bir coşku, birden minibüs şoförü CD çalara bir CD takıyor ve müziği sonuna dek açıyor. Önce bir suskunluk, her şey olabilir ama şarkının sözleri minibüsü doldurunca artık kimse kimseyi tutamıyor “Karadeniz oğlu İmamoğlu, sen adamsın Karadeniz’in hırçın dalgası, yaylaların güneşisin...” Yerel bir CD belli ki, gencecik Karadenizli çocuklar Ekrem Ağabeylerine böyle seslenmişler. Hayda... Minibüsün dar alanında bir horon başlıyor, biz de el çırpıyoruz, bu hengâmede ben evden epey uzağa gitmişim, bir an ayılıp hadi “hoşça kalın” diyorum ve minibüsten iniyorum. Evimin sokağına saparken uzaktan bizim kahvenin müdavimleri bana el sallıyorlar!
Çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek hepimiz oyuna durduk!
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...