Deniz Yıldırım

Korkutma iktidarının sarsılması

11 Mayıs 2019 Cumartesi

20. yüzyılın ilk yarısında Carl Schmitt, “egemen, istisna haline karar verendir” diyordu. Doğrudur; “YSK başka yerlerde tersi kararlar aldı, İstanbul’da niye böyle yaptı” sorusunun yanıtı da, Schmitt’in bu cümlesinde saklı. Olağanüstü bir rejimdeyiz ve rejimin tepesi, neyin kural ve neyin istisna olabileceğini belirleyebilecek kuvvete sahip. Yani Schmitt’in koyduğu ölçü bakımından saray, iktidardır.
Fakat madem siyasal düşünce üstünden giriş yaptık, biraz daha geriye gidelim. Machiavelli’nin neredeyse 500 yıl önce yayımlanmış anıt eseri Prens’te iktidarın ölçüsü “karar alma” gücünün de ötesinde, “korku”yu yönetmektir. Yazar bir hükümdarın iktidar olma gücünü çevresindeki, halk üstündeki yankılarıyla ölçer ve ölçüsü korku salabilmektir. Şöyle der: “Sevilmektense korkulmak çok daha güvenlidir.” “Prens insanların sevgisini kazanamasa bile, nefretten kaçınacak şekilde korku uyandırmalıdır” cümlesiyle de sürdürür tavsiyesini.
Öyleyse iktidar, korkutabildiği oranda iktidardır.
Dönelim günümüze. Bizdeki saray rejimi, korkutmanın gücünün farkındadır. İki düzeyde korkutma iktidarını devreye sokar. Birincisi, kendisini destekleyen kitlelerde korkuyu canlı tutmaya çalışır. Ben gidersem devlet çöker” denmesi; muhaliflerin “terörist, darbeci” olarak kodlanması; “beka sorunu var” dışında cümle kurulmaması; “bütün dünya bize düşman” algısının yaygınlaştırılması hep bunun içindir. Tabanı korkutmak, tehditlerin büyüklüğü karşısında sıradan yurttaşa yalnızlığını göstermek ve yurttaşı bu sayede kendisine bağımlı kılmak bu stratejinin ilk ayağıdır.
Korkutma iktidarının ikinci ayağıysa, muhalif kitlelere dönüktür. Baskıya, sindirmeye, işten çıkarmaya, hapse atmaya, “iş bulamazsın” tehdidine dayanır; “konuşursan başına neler gelir, iyi bak” mesajı adım adım işlenir bu yolda. Burada da mesaj geniş kitleler tarafından, “bu devasa iktidar gücü karşısında ben tek başıma nasıl durayım, susmak en iyisi” şeklinde alınmış, yurttaşlar böyle korkutulmuş, sindirilmiştir uzun süre.
Demek ki her iki ayağın da hedefi yurttaşa yalnızlığını, çaresizliğini göstermektir. Korkutma iktidarını etkisizleştirmenin yolu, yalnızlığı aşmak ve “çare var” duygusunu oluşturmaktır.
Zira saray için en büyük endişe, bu iki ayaklı korkutma iktidarının kaybıdır.

Yeni durum
31 Mart yerel seçimleri ve sonrasında yaşananlar, işte bu iki ayaklı “korkutma iktidarı”nın ne kadar kolayca sarsılabileceğini gösterdi. Bir yandan Türkiye’nin büyük şehirlerinde yerel iktidar el değiştirdi; başta İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya olmak üzere iktidarın ya da ortağının güçlü olduğu yerlerde muhalefet kazandı. Bu, iktidar ortaklarının seçmenlerini muhalefetle, “devletin bekası” ile korkutma propagandasının kısmen çözüldüğünün, korku güdüsünün bu tabanı tek başına bir arada tutmak için yetmez hale geldiğinin göstergesidir. Bu nedenle de korkutma iktidarının ilk ayağı sarsılmıştır. İstanbul üstünden bu sarsılmayı gidermek dışında da ellerinde bir strateji kalmadığı görülmektedir.
Gelelim ikinci ayağa. YSK kararından sonra, özellikle de İmamoğlu’nun gece yaptığı konuşmayla birlikte, mağduriyet ve hak gaspından rahatsızlık duyan ve uzun zamandır ya sessizliğe ya da iktidar şemsiyesine sığınan farklı kesimlerden ne kadar insan varsa ses çıkarmaya başladı. İmamoğlu’nun herkesin susturulmaya çalışıldığı bir ortamda “Herkes konuşacak” demesi ve yine “Her Şey Çok Güzel Olacak” umudunu diriltmesiyle birlikte, korkutma iktidarının ikinci ayağının da dakikalar içinde sarsılabildiği görüldü. Sanatçılar, ünlüler, spor kulüplerinden temsilciler, kitle örgütleri, milyonlar ses verdi arka arkaya. Saray arşivcilerinin “fişliyoruz” mesajıyla yeniden “korkutma iktidarı”nı ele alma çabaları bile boşa düştü.
Demek ki saray kendi tabanının tamamını “korkutma” ile bir arada tutamıyor; karşıt kitleleri de korkutarak susturamıyor. Yeni durum budur, gerçek iktidar kaybıdır ve İstanbul seçimini kazanmaktan öte asıl üzerinde duracakları ilk konu, bu “korkutma iktidarı”nı yeniden tesis etmek olacaktır. Planlara karşı uyanık olmak, ses çıkarmaya başlayanları yalnızlaştırmamak, dayanışma duygusunu güçlü tutmak, yeniden sessizliği tesis etmelerini önlemek ve bunun için de genişletici bir dille hareket etmek hepimizin sorumluluğudur. Seçim stratejisi, bunun devamında konuşulacak konudur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları