Deniz Yıldırım

Truman kaçışı

30 Ekim 2021 Cumartesi

Biz bugün tarihte bireyin rolünü olumsuz anlamıyla yaşıyoruz. Ömrü yüzyıla yaklaşan Cumhuriyetin saray merkezli bir tek adam düzenine dönüşünü, her şeyin tek kişiye bağlı hale gelişini, tek kişinin karar ve eylemlerininse milyonları nasıl olumsuz etkileyebildiğini görüyoruz. Bu elbette kendi akışını, düzenini yaratıyor.

Bir de öncünün akışı sekteye uğratışı bakımından olumlu birey tipleri var. Serimizde edebiyat ve sinema dünyasından örneklerle bunları işliyoruz. Truman Show (1998, başrolde Jim Carrey var) filmini izlemiş miydiniz? Truman, hayatın “orta sınıf cenneti” olarak inşa edildiği bir adada yaşamaktadır. Bahçeli, geniş evler; arabalar güzeldir; herkesin işi, hobisi vardır. Bu ada kurgusaldır. Truman’ın hayatındaki her şey kurgusaldır. İşi, arkadaşları, evliliği, gündelik yaşamı, Truman’ın doğumundan itibaren yaşadığı ve gerçek sandığı her şey, her ilişkilenme biçimi sahtedir. Burada sergilenen sahte toplumsallığı, özel ile kamusal arasındaki ayrımları silikleştiren bir gözetleme sistemi tamamlamaktadır. Bu gözetleme sistemi, distopyalardaki gibi bir “Biri Bizi Gözetliyor” düzenini yeniden üretmekte, Truman’ın hayatındaki her an, her dakika, ekranları başındaki milyonlar tarafından izlenmektedir. Truman ve kendisini erken vakitte uyaran, âşık olduğu kadın hariç adadaki herkes bu kurgunun farkındadır ve hatta bilinçli parçasıdır. Dolayısıyla bu kurgusal yaşama mahkûm olan sadece Truman değildir. Truman etrafında kurulan bu “gösteri”nin figüranları olarak adadakiler de bir bakıma “gönüllü kulluk” düzeninin yeniden üreticisidir.

Belirtmek gerekir ki “şov”un, “gösteri”nin parçası olarak figüranlar ve ekranları başında anı anına Truman’ın hayatını seyre dalanlar, zorla, baskıyla böyle bir yaşama hapsedilmiş değildir. Oynayanlar da izleyenler de özetle bu sahte akışı yeniden üretenlerin toplamı, yönetenlerin düzeni bu şekilde kurmasına itiraz etmediği gibi, Truman etrafında inşa edilen gösterinin devam etmesine rıza üretmekte, katkı vermektedir. Bu da ister istemez, La Boetie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”inde ifade ettiği türde bir yöneten-yönetilen ilişkisini, diyalektiğini gündeme getirir. Ve bu sahte hayatın üretimine katkı verenlerin akışı bozmaları bu nedenle mümkün olmamaktadır.

Fakat her şeyi değiştiren, Truman’ın bu düzeneğin farkına varması ve “gönüllü kulluk” sergilememesi olur. Truman adadan hiç ayrılmamıştır. Ayrılmak ister, ayrılmayı dener. Bu sefer önüne türlü türlü engeller dikilir. Başka bir dünyanın varlığını görmemesi, dünyanın bu adadan ibaret olduğunu düşünmesine yol açacak denli ufkunu daraltmıştır, farkına varır. Adanın dışına çıkmaya çalıştığında karşısına dikilen engeller pekiştikçe, kararlılığı da artar. Bu nokta, artık akıştan kaçışın akışa direniş biçimini aldığı aşamadır. Deleuze, “kaçış çizgisi” olgusunu tartışırken İngiliz-Amerikan edebiyatındaki örneklere bakar ve verili düzenden kaçmayı, bir özgürleşme pratiği olarak işaretler. Şöyle der Diyaloglar’da: “En büyük yanlışlık, tek yanlışlık, kaçış çizgisinin yaşamdan kaçışı içerdiğini sanmak olacaktır… Ama kaçmak, tersine, gerçek üretmek, yaşamı yaratmak, kendine bir mücadele silahı bulmaktır.”

KAÇIŞ ÇİZGİSİ

Truman’ın kendi etrafında inşa edilen sahte yaşamı, bunun yavanlığını ve tutsak edici yanlarını keşfettikten sonra giriştiği kaçış eylemi de böyle bir kaçış çizgisi çeker. Buradaki kaçış, daha önce değindiğimiz hapishaneden kaçış filmlerinde konu edilen kaçış çizgisinden farklıdır yine de. Belirli bir mekânda, şehirde, “özgür insanlar”dan ayrıştırılmış bir alanda inşa edilmiş bir hapishane, bir istisna durumu yoktur burada. Adanın kendisi topyekûn bir tutsaklık alanıdır ve yine belirtmeliyiz ki bu tutsaklık zorunlu değildir. Ancak herkesi esir alan, sahteleştiren ya da tutsaklaştırırken aptallaştıran bu akış bir kişinin etrafında inşa edilmiştir. Dolayısıyla o bir kişinin bunun farkına varıp akıştan kaçmaya çalışmasıyla, bütün akış sekteye uğratılabilecektir. Öyleyse Truman’ın akıştan kaçış girişimi, bütün sistemi tehdit etmektedir. Tek kişinin öncüleşmesi, düzen karşısındaki etkisinin kendi bireyselliğini aşması da bu sayede olur. Başka bir adaya, Fiji’ye gitmek, gerçek ve dürüst sevgiye kavuşmak arzusu, sahteliğini fark ettiği her şeyden kaçarak özgürleşme girişimi başarılı olursa, onun etrafında kurulan “şov-gösteri” bitecek, Truman’ın her anını izlemeye tutsak edilmiş seyirciler de hayatlarını Truman’ın sahte gündelik kurgusunu gerçekmiş gibi göstermeye adamış figüranlar da özgürleşme olanağına kavuşacaktır. Bireysel olarak Truman’ın akışı sekteye uğratma, akıştan kaçma eyleminin toplumsal niteliği de burada belirmektedir.

Ancak buradaki kaçış, akışı bozsa da yerine başka bir yaşamı örmeye yetecek midir? Sanıyorum bu noktada geçen hafta ele aldığımız “Fare ile Dağ” masalını hatırlamakta yarar var. Öncüleşen fare, insan ile doğa arasında uyumlu yaşamı inşa ediyor, yeni bir düzenin ortaklaşmacı örüntülerinin belirmesinde rol oynuyordu. Peki, Truman’ın kaçış eylemi buna yeter mi? Bir ölçüde. Bireysel kaçışı, sonuçta toplumsal sonuçlar üretiyor; toplumun kendisine bağımlılığını da boşa düşürüyordu. Toplum bu özgürleşmede öncüleşebilecek, kendi çözümlerini üretebilecek mi; yoksa yeni “gönüllü kulluk” biçimleri geliştirip bağımlılığını sürdürmeyi mi seçecek? Zira asıl mesele buradadır. Kitlelerin yönetenlere “gönüllü kulluk” arzusu ortadan kalkmadığında, bir akış gidecek ve yerine mutlaka yenisi gelecektir. 

Truman bu böyle olacak diye akıştan kaçmaktan vaz mı geçmeliydi? Kesinlikle hayır. Yerine yeni bir yaşam koymak için, önce eski akışı bozmak gerek. Truman’ın kaçışı bunu sağlıyor; gerisi, yani yeninin inşası herkesin sorumluluğu. Orası bireyi aşıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları