Deniz Yıldırım

İki ülkeden Türkiye’ye

05 Ocak 2022 Çarşamba

Geride kalan yılın son iki çarşamba yazısında önce Şili’deki, ardından da Çekya’daki seçimlerin sonuçlarını değerlendirmiştim. İlginçti; zira bir yandan Şili’de, Pinochet sonrası “demokrasi”nin sosyal ve siyasal eksikliklerini daha fazla öne çıkaran genç kuşakların içinden ilerici, sol bir seçenek yükseldi; halk Boric’i iktidara taşıdı.

Çekya’da ise zenginlerin içinden çıkıp yoksulların sözcüsü gibi davranmayı başaran Babiš popülizmi iktidarı kaybetmişti; fakat seçimlerin sonucunda hem sosyal demokratlar hem de komünistler ilk kez meclis dışında kalmıştı. Böylece sağ popülizmin alternatifi yine sağ yelpazedeki partiler arasından çıkmıştı.

İki farklı ülkeden söz ettik elbette. İç dinamikleri farklı, seçimlerin gerçekleştiği koşullar farklı, ürettiği sonuçlar da farklı oldu. Fakat özünde olasılıklar bu iki sonuç arasında bir yerlerde şekilleniyor. Bu çerçevede bize dönük bazı karşılaştırmalar yapabiliriz.

Bizde gerek siyasal İslam ve gerekse AKP, 12 Eylül darbesinin ardından, solun geri çekildiği, yoksullarla bağının darbe sonrasında iyiden iyiye örselendiği koşullarda güçlendi. Bir bakıma sol ile aynı tabana seslenerek, fakat soldan farklı olarak kendi popülist stratejisini geliştirerek. Elbette bu güçlenmede merkez sol partilerin temsil kabiliyetlerini giderek yitirdikleri, kendi aralarında da bölünerek önemli belediyeleri Refah Partisi adaylarına devrettikleri 90’ların rolü de büyüktü.

Bu ortamı izleyen süreçte, 2001 krizi sonrasında AKP, bir yandan zengini daha zengin eden, kendi destekçileri arasından da kamu olanaklarıyla yeni zenginler yaratan bir model izledi; diğer yandan da özelleştirmelerle devleti iyiden iyiye piyasalaştırdı, halkın sosyal dayanışmacı ve kamucu kazanımlarını budadı, yoksulluk ve bağımlılık üretti. Bütün bunları yaparken ise sosyal yardımlarla, kamuda genişleyen güvenlikçi istihdam olanaklarıyla “halk”ın temsilcisi gibi görünmeye çalıştı. Sonuçta, “neoliberal popülizm” dediğimiz siyaset epey süre bu partiyi iktidarda tutmaya yetti.

Ancak şimdi, Türkiye tarihinin en ağır ekonomik bunalımlarından birini yaşıyoruz halk olarak. Dolayısıyla mızrak çuvala sığmıyor. Yeni yıla hayatımızı çok daha zorlaştıracak zamlarla girdik örneğin. Elektriğe, doğalgaza, vergi ve harçlara, akaryakıta zam. Ekmeğe zam, ulaşıma zam. Pahalılık daha fazla can yakacak, işsizlik ise daha fazla belimizi bükecek, bu belli.

BAZI SORULAR

Buna karşın iktidar, şartların daha iyiye gideceğini söyleyip “sabır” diliyor. İlgili bakan ise gülüyor. Pek pozitif bir enerjisi var! Bunları yaparken bir yandan da enflasyon karşısında eriyen alım gücünü koruyormuş izlenimi verecek maaş zamları açıklıyorlar. Elbette bu enflasyon oranlarının hayatımızdaki gerçeklikle bağdaşmadığı da ortada. O noktada da ideolojik aygıtlar devreye giriyor. Tutuyor mu? Tutmuyor. Araştırmalar, halkın gerek iktidarın ekonomi politikalarıyla gerekse de açıklanan enflasyon oranlarıyla ilgili olarak giderek netleştiğini, iktidara inancın azaldığını gösteriyor.

Durum böyle; ilerici bir ekonomik, sosyal değişim için fırsat kapısı da açılıyor bu şartlarda. Daha önce, yoksulluğun, işsizliğin, zamların, pahalılığın bu denli arttığı ortamda, 2001 krizinin ardından AKP iktidara ulaşmıştı. Bugün siyasal İslam ya da Milli Görüş geleneğinden gelen partiler, bu krizin ardından yoksulları kendi etraflarında seferber edecek bir popülist stratejiden yoksun görünüyor. Dolayısıyla bugünkü kriz, gerek sosyal demokrat/merkez sol, gerekse de sosyalist sol hareket ve partilere çok daha fazla kendi program ve politikaları çerçevesinde, halkçı temelde topluma seslenme, çözümler üretme, seslerine karşılık bulma zemini hazırlıyor.

Ancak tablo böyle mi? Karşı karşıya olduğumuz ağır ekonomik sömürü, pahalılık ve işsizlik koşullarında bu parti ve hareketler hâlâ anlamlı ölçüde genişleyemiyor (kişiler demiyorum, dikkat). Anketler ortada.

Nesnel gerçeklikle bu nesnel gerçekliğe öznel müdahale arasında ciddi bir makas olduğu görülüyor. Galiba biraz da bunun üzerine düşünmek, nesnel koşullar kadar (zira sadece 12 Eylül darbesinin tahribatını gerekçe göstermek, Pinochet darbesinin tahribatını yaşamış Şili’deki seçim sonuçlarını açıklamaya yetmiyor), öznel nedenler üzerine de özeleştirel akıl yürütmek gerekiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları