Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Virüsün sınıfı
Çarşamba günü bu virüsün hayatımızdan kolay kolay
çıkmayacağını, uzmanların görüşlerini de aktararak gerekçeleriyle anlatmıştım. Dolayısıyla “normalleşme” olarak
anladığımız, “normale dönüş” olarak adlandırdığımız olguları gözden geçirmemiz
gerekiyor. Oradan devam edelim.
Virüs neden kolay kolay hayatımızdan çıkmayacak? Aşı
bulunmadığı sürece, eski sosyal temas ve ilişkilere dayalı hayat tarzımızı
sürdürdüğümüzde salgının inişli çıkışlı olarak yeniden karşımıza çıkacağı
düşünülüyor, gerekçe bu. Dolayısıyla
sosyal yaşama kademeli geçiş başlasa bile, bu bir anda eskisi gibi bir sosyal
yaşama dönebileceğimiz anlamına gelmeyecek.
Fiziksel mesafe kuralı korunacak, kalabalıklara yol açan
toplu etkinlikler uzun süre ertelenecek. Fiziksel
açıdan mekânla kurduğumuz ilişki belirli ölçüde değişecek. Bu elbette
algılarımızı da değiştirecek. Kalabalık gördüğümüz yerlere girmekten, bir yasak
olmasa bile, biz çekineceğiz.
Büyük olasılıkla bütün bunların yanında, maske takmak
gündelik hayatın yeni normali haline gelecek. Dolayısıyla virüs kolay kolay hayatımızdan çıkmayacağına göre, biz
yaşamımızdaki, sosyalleşme biçimlerimizdeki “yeni normal”i virüse göre
düzenlemek zorunda kalacağız.
Diğer yandan virüs hayatımızdan kolay kolay çıkmayacaksa da,
virüsün şu ana kadar ölümüne yol açtığı insanların sosyal profiline bakarak,
daha fazla can kaybına yol açmasını önleyecek bir ekonomik, sosyal düzene
geçmek elimizde. Profil ortada: Örneğin
8 Nisan tarihli New York Times haberine göre ABD’de siyahlar ve Latin Amerika
göçmenleri arasında virüse yakalananların oranı beyazlara göre çok daha yüksek.
Nedeni açık değil mi? Bu kesimler daha yoksul, sağlık hizmetlerine
erişimleri daha sınırlı, bağışıklık sistemlerini güçlendirecek besinlere
erişmelerini sağlayacak düzenli bir işten ya da gelirden daha mahrum ve yine bu
kesimlerin barınma olanakları da daha kötü. Dar, sıkışık ve kalabalık evlerde yaşayanlar arasında virüs daha kolay
yayılıyor. Eşitsizlik ve adaletsizlik öldürüyor. Virüs bu zemini kullanıyor.
The Washington Post gazetesinin 2 Nisan tarihli haberine
göre de New York’ta, özellikle emekçilerin yoğun olarak yaşadığı, gelirin düşük
olduğu, toplu taşıma kullanımında yoğunluğun sürdüğü mahallelerde virüs daha
fazla yayılmış durumda.
Aynı tablo Fransa’da
da geçerli. Paris gibi büyük kentlerde tek odalı, dar mekânlarda kalabalık
nüfusla yaşamak zorunda kalan yoksullar, emekçiler, mülteciler arasında virüsün
daha fazla yayıldığı görülüyor. Parisli zenginlerse metropolden kaçıp kırdaki,
sahildeki ikinci evlerine giderken yanlarında da virüsü taşıyor.
Virüsün sınıfı var
İngiliz The Guardian gazetesinin 1 Nisan tarihli haberine
göreyse İspanya’nın Barselona şehrinde
işçi sınıfının yoğun yaşadığı mahallelerdeki enfeksiyon oranı, diğer
mahallelere göre 7 kat daha fazla.
Güney Afrika’dan
Brezilya’ya da durum değişmiyor. Virüsü zenginler turistik seyahat ya da iş
gezisi sonrası büyük oranda Avrupa’dan getirmiş. Mesela Güney Afrika’ya virüsü
Avrupa’dan kayak tatilinden dönen zenginlerin getirdiği Güney Afrika
gazetelerine yansıdı.
Ama ağırlıklı olarak enfekte olup ölenler, nitelikli ve
kamusal sağlık hizmetinden, sağlıklı barınma ve beslenme imkânlarından mahrum
olan yoksullar oluyor.
Öyleyse virüsün bir
sınıfı ve bir kimliği var. Sınıf ayrımıyla ırk ayrımı, Kuzey ile Güney
bölünmesi her açıdan ve her mekânda karşımıza çıkıyor. Virüs bu gerçeğin
dünya genelinde görülmesini sağlıyor. Bizde
işçilerin virüse rağmen dışarıda çalışmaya mahkûm edilmesi de bu gerçeğin
uzantısı değil mi?
Madem virüs uzun bir süre daha hayatımızın parçası olacak;
yine uzmanların uyarılarına göre, doğal
yaşam alanlarının yok edilmesi, yaban hayatına kâr uğruna yapılan müdahaleler,
ekolojik yıkım ve küresel ısınma nedeniyle daha başka virüslerle de
karşılaşacağız madem bundan sonra; öyleyse tıp bilimi aşıyı bulana kadar,
siyasetler ölümleri aza indirmek adına ekonomik modelleri değiştirme yolunu
seçmeli. Ana talep bu olmalı; sağlıklı beslenme hakkını savunmalıyız. Barınma
hakkını öne çıkarmalıyız; kaynakların doktor ataması, bilimsel araştırma, yatak
kapasitesinin genişletilmesi için kullanılması talebini yaygınlaştırmalıyız.
Gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılması için çabalamalıyız. Ekolojik yıkıma, her şeyi paraya çevirmeye
çalışan sisteme karşı doğayı, insanı ve yaşamı savunmalıyız.
Virüsle tıp
alanındaki mücadeleyi, ölümleri en aza indirmeyi sağlayacak, halk sağlığını
öncelikli gören siyasal ve ekonomik bir programla taçlandırmalıyız. Başka
çare yok. Halktan yana siyasetler gündelik atışmaları, ezberden nutukları
bırakıp geleceğe dönük bu hamlelere hazırlanmalı.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
En Çok Okunan Haberler
- İmamoğlu’nun parti içi çıkışının ardından...
- Esad yönetimi neden hızla çöküyor?
- ABD’nin HTŞ-YPG planı
- İstanbul'da 14 katlı binada patlama!
- Karakolda işkence iddiası
- İlber Ortaylı'dan 'yatırım' tavsiyesi
- Birçok kurumda görevden alma ve atamalar!
- 'Esad ve ailesinin Suriye’yi terk ettiği' iddia edildi
- İşte bankalara göre 3 milyon TL'nin faiz oranı...
- Trendyol 1. Lig ekibinden çekilme kararı!